2 Temmuz 2015 Perşembe

VAN GÖLÜ'NÜN ALI MORU


Yeşilin her tonunu Karadeniz’de gördüm ben. Göz alabildiğine uzanan çay bahçelerinin, fındık ve portakal ağaçlarının koşarak denize akışına, yeşilin lacivertle kucaklaşmasına delirdim. Ağrı’da toprağın ve taşın hiç bilmediğim renkleriyle tanıştım. Kahverengiden mora çalan kayaları, sarıdan koyu kızıla dönen toprakları görünce alıp renklerini sarınasım geldi üzerime. Dağların zirvelerinde, karın mı, bulutun mu daha beyaz olduğuna karar veremedim. Sonra bir de Van Gölü’nü gördüm ki… Sesim, sözüm bitti.
Yeni, eski tanışık olduğum tüm renklerin en güzel tonlarını alıp kendine yakıştırmış Van Gölü. “Deniz” diyor yöre halkı. O da sanki bu ismin hakkını vermek istercesine suyunu karartıyor, dalgalanıyor bazen. Turkua20150519_115931zdan laciverte dönüşüp oynaşıyor. Bazen de bembeyaz olurmuş, suyundaki soda yüzünden.  Biz denk gelmedik, ama görülesi bir manzara olduğundan eminim. Gölün yanıbaşındaki yeşilin üzeri sarılı morlu çiçeklerle bezenmiş. Berisinde uzanan dağlarda kayalar, orman ve kar sıralanıp uzanıyor gökyüzüne. Ne yana baksam baş döndüren bir renk senfonisi. Yeşili, beyazı, sarısı, alı, moru, mavisi… Dilimdeki nakarat tesadüf değil: “Biz’ler kırmızı, sarı, mor, yeşiliz.”
Gölün önce Bitlis tarafından Batı kıyısını, sonra Van tarafından Doğu kıyısını dolaştık.  Adilcevaz, Ahlat, Tatvan, Erciş, Edremit, Gevaş…  Yol boyunca sık sık durup, kısa zamana mümkün olduğu kadar çok güzelliği sığdırmaya çalıştık. Çiç20150519_094151ekleri, dağları, gölü… ama en çok da insanları. Kıvrıla kıvrıla akan bir derenin kenarında, sapsarı çiçeklerle bezenmiş kırda, traktörün üzerinde tarlaya giden aileyle selamlaşalı iki dakika olmamıştı ki, evlerine davet edildik. Daha önce hiç görmedikleri, büyük olasılıkla bir daha asla görmeyecekleri insanları, evlerine davet edecek kadar zengin gönüllü insanlar. Yaşadığımız her insani güzellikte, insanlığımızdan neler yitirdiğimizi biraz daha fark ederek devam ettik yola.
Çeşitlilik Van’ın en karakteristik özelliği.  Sadece doğanın renklerinde değil, halk oyunları kostümlerinden, dillere destan serpme kahvaltısına kadar, Van’da hayatın her alanında çoğulluğun güzel ritmi var. Bütün bu çeşitleme içinde, depremden zarar gören bölgelerde, devletin yaptığı köyleri çürük diş gibi sırıtıyor. Sıra sıra dizilmiş, tek tip evler. Kimliksiz. Renksiz. Tam devletin istediği gibi.
Ağrı ve Van’da, çok efsane dinledik. Süphan’da Siyabend ve Xace’nin efsanesi diken oldu battı yüreğimize. Büyük Ağrı ve Küçük Ağrı’yı anlatan iki bacının hikayesi gülümsetti. Ahtamar’da, Ermeni genç kıza aşık olan çobanın hazin sonuna üzüldük.  Belki yanılıyorum, ama sanki dağların olduğu yerlerde efsaneler daha çok, daha bir içinde yaşamın.  Belki de dağlık yörelerde, efsaneler yamaçlara çarpıp yankı buldukları için çoğalıp yerleşiyor hatırlara. Ağıtlar gibi.
Uğradığımız şehirlerde (Ağrı, Bitlis, Van) kadınların işgücüne katkısının, beklediğimden fazla olduğunu söylemem gerek. Kadın hakları ve cinsiyet eşitliği konusunda, tüm ülkede, alınacak çok yol, yapılacak çok iş olduğu bir gerçek.  Fakat, Doğu’da, kadınlar giderek artan bir hızla, bugüne kadar varlık göster(e)medikleri yaşam alanlarına sahip çıkmaya başlamışlar.  Bunda, Kürt hareketinde, cinsiyet eşitliğinin ısrarla vurgulanmasının ve kadınların ön plana çıkmasının payı olduğundan eminim. Sadece çalışan olarak değil, işyeri sahibi olarak da kadınlar bölge ekonomisinde “Biz de varız!” demişler. Yemek için durduğumuz lokantanın sahibinin ve tüm çalışanlarının kadın olduğunu öğrenmek büyük keyif verdi bize. Kasanın yanında satılan el örgüsü rengarenk yün patiklerden de aldık. Bir başka kadının el emeği, göz nuru.  Kadın emeği, kadın yüreği ile yemek daha leziz, yün daha sıcak.  Ve elbette barış daha mümkün.
Kısacık bir geziydi benimki. Doğup büyüdüğüm ülkede, devletin kirli hesapları yüzünden, bana pek çok ülkeden daha yabancı bırakılmış üç şehri, birkaç günde tanımak imkansız elbette, ama hiç değilse görmek istedim. Keşke daha çok kalıp, daha çok gezebilseydim, daha çok insanla sohbet edebilseydim.  Biraz merak, çokça heyecan, bir de bir türlü içimden atamadığım, bu kadar gecikmiş olmanın verdiği pişmanlıkla gittim. Yüreğimden taşan sevgi ve umutla döndüm. Yol boyunca rastlaştığımız, konuştuğumuz, çayını içtiğimiz, güzel gülüşüyle içimize ışık veren büyük, küçük herkese selam olsun.
(29/05/2015 Jiyan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder