2 Temmuz 2015 Perşembe

TÜRKİYELİLEŞTİREBİLDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?

Övünmek gibi olmasın, ben geçtiğimiz hafta HDP’ye oy verdim. Yeşilli morlu ağacın altına bastım evet’i. Şahane bir his. Hani reklamda diyor ya, kızgın kumlardan serin sulara dalmak gibi. İşte tam da öyle. Bir iç ferahlığı, bir gönül rahatlığı… Anlatılmaz, yaşanır. Herkese tavsiye ederim.
7 Haziran’da seçimlere girecek 19 parti arasından, sadece seçim sonucunu değil, ülkenin geleceğini de belirleyecek parti tartışmasız HDP. Zira barajı geçtiği takdirde, AKP başkanlık sistemini getirecek anayasa değişikliği için gerekli çoğunluğu sağlayamayacak. Barajın altında kalması halinde ise, oylarını bir puan dahi artırmakta zorlanan AKP’nin, %9 oy oranını (ç)alarak, ihtiyacı olan 367 milletvekilini bulması kuvvetle muhtemel. Kısacası, bu seçimlerde HDP’nin barajı aşması, Türkiye için diktatörlükten önce son çıkış olabilir.
40 gündür gerek İstanbul’da, gerek Karadeniz ve Doğu illerine yaptığım seyahatlerde, gerekse sosyal medya üzerinden sohbetlerde gördüğüm kadarıyla, HDP’ye, ilkelerine gönül verenlerden başka, oy verecek iki grup daha var. Birincisi, Selocan hayranları. HDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, esprileri, güleryüzü, rahat ve samimi tavrıyla (ay söylemeden edemeyeceğim, bir de yakışıklı üstelik!) ülkede daha önce görülmemiş bir şekilde fenomen oldu. Hemen söyleyeyim, bence eşbaşkan Figen Yüksekdağ da son derece başarılı bir kampanya yürütüyor, ancak biraz erkek egemen toplumda medyanın erkek eşbaşkanı ön plana çıkartması maalesef normal olduğundan, biraz da halkın Demirtaş’ı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tanıyıp sevmiş olmasından dolayı Figen eşbaşkan biraz daha geri planda kaldı bu seçimlerde. Sebepleri ne olursa olsun, sonuçta Demirtaş, gençler, yaşlılar, sağcılar, solcular, dindarlar, ateistler, hatta ülkücüler dahil, her kesimden bir hayran kitlesi yarattı kendine. Bu kitlenin bir kısmı, HDP’yi tam olarak benimsemese de, sırf Selocan’ın hatırına oy vereceğini söylüyor. Diğerleri, “Demirtaş iyi, ama çevresi kötü” diyerek oy vermeyecek olsalar da, eşbaşkanımızı kendi partilerine transfer etme hayalleri kuruyorlar. Demirtaş defalarca “Doğru şeyler söylüyorsam, HDP’nin başında olduğum içindir; beni var eden, böyle konuşabilmemi sağlayan HDP’nin ilkeleridir” dediyse de, nafile. Bir de hayranlıklarını kimseye itiraf edemeyen, ama Demirtaş’ın her konuşmasını gizlice izleyenler var ki, onların hali tam sefalet. Düşmanıma bile dilemem. İçlerinde HDP’ye oy verip, ortamlarda “AKP’ye verdim” diyenler olacağından şüphem yok.
HDP’li olmadığı halde HDP’ye oy vermeyi düşünen ikinci grup ise “emanet”çiler. HDP’nin barajı aşması çok önemli olduğu için, HDP hakkında çekinceleri, şüpheleri olsa da, sırf barajı aşması için emanet oy verebilecek, sayıları azımsanmayacak bir kitle var.
Şu emanet konusunda, küçük bir parantez açayım: Ben HDP’ye emanet değil, vekalet verdim. Sırf aritmetik hesaplar için değil, ilkesel olarak yüreğime ses olduğu için HDP’ye verdim oyumu. Yani, demokratik anayasadan kadın haklarına, ekonomiden yargı reformuna, basın özgürlüğünden Kürt sorununun çözümüne, yerinden yönetimden çevre ve hayvan haklarına, eğitimden inanç özgürlüğüne kadar tüm ilkelerinin altına, kerhen değil, heyecan ve umutla imzamı atabileceğim bir Yeni Yaşam projesini ortaya koyduğu için. Kadın olmanın hayata 5-0 mağlup başlamak anlamına gelmediği, ölümün hiçbir mesleğin fıtratı olmadığı, adalet kılıcının iktidarın elinde silaha dönüşmediği bir ülke için HDP’ye vurdum mührü. Gezi’de kısacık bir süre için de olsa mümkün olduğunu gördüğümüz başka bir dünya var ya… Hani tüm kimliklerin benzemeden benzetmeden, farklı ama birlikte, kendi dilleri, renkleri, inançları ve dahi inançsızlıklarıyla, eşit, özgür, kardeşçe yaşadığı… Hani uğruna direnirken nice güzel kardeşimizin vurulup düştüğü… İşte o dünya için HDP dedim. Bir de yaşanan tüm acılara, hem kıyılan hem yok sayılan onbinlerce cana rağmen, barışı olmazsa olmazı yaptığı için. Sadece oy vermekle kalmadım, belki birkaç oy daha kazandırabilirim diye çalışmalarda gönüllü olmak üzere İstanbul’a geldim. O kadar inandım, inanıyorum HDP’ye. Parantezi kapatıp devam ediyorum.
HDP’ye emanet oy verecek grubun içindeki çeşitlilik doğrusu şaşırtıcı. Birkaç hafta önce yaptığım Karadeniz gezisinde, Rize ve ilçelerinde, barajı aşıp AKP’yi durdurabilmesi için HDP’ye oy verecek CHP’lilerin yanında, sayıları az da olsa, MHP’lilerin de olduğunu görmek süpriz oldu benim için. Emanet oylar arasında cok sayıda kararsız olduğu hem anketlerde, hem sahada açıkça görülüyor. Kendilerince haklı endişeleri, kuşkuları var kararsızların. Bunların büyük çoğunluğu, sohbet ve seviyeli tartışma ortamında giderilebilecek endişeler. Ancak, tam da kendilerinden beklendiği gibi sol gösterip sağ vuran ulusalcılar, olmayacak iddialarla, sürekli olarak HDP’nin samimiyetini sınayarak, kararsızların kaygılarını körüklüyor, ya da en iyi ihtimalle kafalarını karıştırıyorlar. Elbette oy değerlidir ve elbette herkesin oyunu doğru partiye verdiğinden emin olmak için tüm partilerin ilkelerini, hedeflerini ve programlarını sorgulayıp anlaması gerekir. Ancak bu sorgulama kapsamında, tek bir partiden sürekli olarak samimiyetini ispat etmesini talep etmek, diğer partilerden istenmeyen taahhütlerle oylara şerh koymak haksızlık değil midir?
Seçime parti olarak girme kararıyla beraber, sağcısı, solcusu ağız birliği etmişçesine, HDP’nin samimiyetini sorgulamaya, AKP ile gizli bir ittifak olduğunu ispat etme çabasına giriştiler. Ağrı/Diyadin’de yaşananlar da yetmedi böyle bir ittifakın imkansızlığını görmelerine.
“Erdoğan’ı başkan yaptıracak” dediler. “Seni başkan yaptırmayacağız!” dedi Demirtaş. İyice anlaşılsın diye üç kez tekrarladı.
“AKP ile koalisyona en uzak parti biziz” dediği halde “Koalisyon kuracak” dediler.
Baktılar oylar hala artıyor, sürece dair sözlerini “AKP’ye dışardan destek” olarak çarpıtarak sürmanşete taşıdılar. Buna karşılık, Demirtaş’ın üç kez “koalisyon yapmayacağız” demesini isteyenler oldu. Şaka gibi. Çekinmeseler peçeteye istek yazıp gönderecekler. Neyse ki sabırlı adam. Üç kere değil, ama tane tane söyledi. “Ne içerden, ne dışardan, AKP ile koalisyon kurma olasılığımız sıfırdır.”
“Yerinden yönetim bölücülüktür” dediler. İzmir’in yıllardır Ankara’dan çektiklerini, Karadeniz’in HES çilesini örnek verdi. “Tek anayasa, tek ordu, ama bütçede, eğitimde, sosyal projelerde, vs katılımcı yerel yönetim” dedi.
“Gezi’ye ‘darbe’ dedin” dediler. Yine. Kimbilir kaçıncı kez, aynı sakinlikle açıkladı Gezi’ye değil, Gezi’nin içindeki bir kesime uzak durduklarını. Bu konuda en güzel cevabı 10’dan Sonra Seçim İnsiyatifi verdi. “Öyle olsa, başından beri Gezi direnişinde yer alan insanlar olarak, gönül rahatlığıyla HDP’yi destekleme çağrısı yapar mıydık?”
HDP’nin seçim bildirgesini ve şu anki yapısını bilmeyenlerin bu kaygıları taşıması son derece anlaşılır. Tam da eşbaşkanların dediği gibi, “bize oy vermeyen biri varsa, biz kendimizi iyi anlatamadığımız içindir.” Elbette eşbaşkanlardan adaylara, partililerden gönüllülere kadar herkes bıkmadan, usanmadan dilinin döndüğü, nefesinin yettiğince anlattı, anlatıyor. Fakat bazı ama’lar sırf kara çalmak için ortaya atılmış gibi. Bu aralar en moda olan, “Ama HDP Türkiye partisi değil.” Öncelikle nedir bu Türkiye partisi? Nasıl Türkiyelileşilir? Birisi deyiversin bana. Hem parti programında, hem seçim bildirgesinde ülkedeki tüm kimliklerin sorunlarına çözüm önerileri sunan, adaylarının %48’i kadın olan, Türkiye’nin tüm kimliklerinden adayları listesine alan bir parti Türkiye partisi değilse nedir? 24. dönemde, Kürt sorunu dışında, çevre, ekoloji, kadın, gençlik, çocuk, gündelik sorunlar, ekonomi, düşünce ve ifade özgürlüğü,sağlık, taşeronlaştırma, iş cinayetleri, yolsuzluk, toplumsal gösterilerde yaşanan ölümler, ayırımcılık gibi pek çok konuyu 5960 soru önergesi, 910 araştırma önergesi ve 260 kanun teklifiyle meclis gündemine taşıyan bir parti Türkiye partisi değilse nedir? Nedir bu Türkiyelileşme’nin kriteri? Son günlerde sürekli gündeme getirilen mitinglerdeki Türk bayrakları mı? O halde, en Türkiyeli parti AKP midir? Zira en büyük Türk bayrağını
Yenikapı Fetih Şöleni’nde onlar açtı. Ah be güzel kardeşim, mesele bayrak değil, anlamadın mı? Mesele o bayrağın gölgesinde devletin yaptığı zulüm, işkence ve baskıdır. Mesele o bayrağın altına süpürülen faili meçhuller, kayıplardır. Mesele bayrak değil, çürümüş faşist sistemdir. Kazlıçeşme’de bir güzel arkadaş yazmış ya pankarta “Bayrağa değil, sisteme karşıyım” diye. İşte öyle.
bayrak-2
Türkiyelileşmek kimliğini iç cebinde saklayıp, sistemin çarklarında öğütülmek, dönüşmek değil. Olmamalı. Türkiyelileşmek Türkiye’nin tüm kimliklerini yüreğine sığdırmak, sorunlarına çözüm üretmek, aynı değil eşit olarak yaşayabilmelerini sağlamaksa, ki öyle olmalıdır, HDP Türkiyelileşmiştir. Bir de her fırsatta HDP’nin samimiyetini sınayanlara sormak gerek: Peki ya siz? Türkiyelileştirebildiklerimizden misiniz?
Uzun lafın kısası canlar, HDP’ye oy veresiniz var da içinizi kemiren şüphelerden kurtulamıyorsanız, aman diyeyim. Hemen bir HDP gönüllüsü bulun. Sokaklarda stantları var, her ilde, ilçede, çoğu mahallede seçim büroları var. Arada bir yakıp yıkıyorlar, ama hemen tamir edip yeniden açıyor çocuklar. En olmadı, sosyal medya hesapları var. Sorun kafanıza takılanları, içinize sinmeyenleri. Kulaktan dolma, yalan yanlış bilgilerle değil, işin aslını öğrenin. Ona göre, bilerek verin kararınızı. Şunun şurasında bir haftanız kaldı. Biir eksik ya da yanlış anlama yüzünden HDP’ye oy verme keyfinden mahrum olmayın. Ha… “HDP ağzıyla kuş tutsa, Figen eşbaşkan Müşerref Akay gibi bayrak giyip çıksa, Selahattin eşbaşkan üç kere ‘Ne mutlu Türkiyelileştirilebilene!’ dese, yine oy vermem. Her bir eyleminize, söyleminize, en çok da eşbaşkanlarınıza bayılsam da, mümkünatı yok ben partimden vazgeçmem” diyorsanız, ama’larla, yalancıktan samimiyet sınavlarıyla hiç yormayın bizi de kendinizi de. Söyleyin açık açık. Eyle dümdük. Eyvallah kardeş der, elinizi sıkar yolumuza gideriz. Yeter ki kara çalmaya kalkışmayın güzel yüreklerimize, umutlarımıza. Büyük hayallerimiz var bizim. Baraj bir şey değil. Biz bütün sistemi yıkacağız. Büyük adam olamadıksa, hayallerimizi satmadık ya…
(31/05/2015 Jiyan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder