2 Temmuz 2015 Perşembe

AĞRI'NIN UMUDU


Patnos’a vardığımızda gün batmak üzereydi.  Güneşin bulutları boyadığı renkleri hayranlıkla izlerken yol kenarında gördük Umut’u.  Ne sattığını
Umut çocuk.
bilmesek de durduk.  Zaten Artvin üzerinden Erzurum’a, oradan Ağrı’ya uzanan yolculuk boyunca, yol kenarında bir şeyler satan ne kadar çocuk varsa, hemen hepsinin önünde durup, sattıklarından azar azar almıştık.  Ekşi zerdali, olmamış dut, su… Ne varsa. Umut ise daha önce hiç görmediğimiz bir bitki satıyordu. Adını anlamamız için birkaç kez tekrar ettirmemiz gerekti.  “Işkın”mış meğer.  Kürtçesi ribêz.  Kuşkonmaza benziyor sanki.  Soyup da yiyecekmişiz.  Öyle dedi Umut çocuk.  “Ne güzel ismin var” dediğimde, utandı çok.  Ama hoşuna da gitmiş olmalı ki bir adım gerileyip başını az çevirerek gülümsemesini gizlemeye çalıştı.  Umut çocuk.  Güzel çocuk.

Ne çok Umut var Ağrı’da.  Ne çok güzellik… Çocuklarında çağırmışlar umudu.  İşyerlerine vermişler ismini.  Umut Kırtasiye, Umut Pansiyon. Rengarenk tabelalara, arabalarının arkasına umut yazmışlar. En çok da yüreklerine. Ziyaret ettiğimiz okulda, tek tek yanımıza gelip “Hoş geldiniz” diyen çocukların her biri Umut.  Hevva, bileğindeki sarı-yeşil-kırmızı bilekliğe boncukla işlemiş umudunu:  Azadi. Çok değil, 8-10 sene önce, aynı toprak yoldan, aynı okula yürüyerek gitmiş, aynı sıralarda oturmuş olan gencecik Sosyal Bilgiler öğretmeninin ağzından çıkan sözde asılı umutları. “Okuyacak, başarılı olacaksınız.”
IMG-20150522-WA0013
İstanbul’da HDP mitinginde ribêz bulmak!
Genci, yaşlısı, çocuğu, herkes, her sözünün önüne kocaman bir gülümseme koyuyor. Sabah sokakta araba beklerken, bir sürü insanın, ribêz satan bir adamın başına üşüştüğünü gördük.  Akşam Umut’tan aldıklarımızın tadına bakmış, ama ekşi geldiği için yiyememiştik. Kendi aramızda “acaba kabuğunu soymayı mı beceremedik?” diye konuşurken, yoldan geçen bir adam durup konuşmaya katıldı.  Ribêz’in faydalarını saydı bir bir.  Meğer şekerden hazımsızlığa nice derde devaymış. “Biz bulduk mu kaçırmayız” dedi gülerek. Öyle doğal, öyle içten, öyle dost ki, konuşurken omuzuma dokunan sanki bir yabancı değil, yakın arkadaş. Sohbet bitip de iki dakikalık arkadaşımız yoluna devam ederken, biz ardından şaşkın bakakaldık. “İstanbul’da tanımadığımız biri böyle lafa girse, hele omuzuna elini koyup konuşsa ne tepki veririz? Biz şehirde betonların arasında neleri kaybetmişiz meğer?”
Büyük şehirde, adı c ile yazılan kafelerde “in” olan Van’ın serpme kahvaltısını yerinde tatmak için gittiğimiz Erciş’te askerlerin çarşı iznine denk geldik.  Ülkenin dört bir yanından, paralı askerlik yapacak kadar zengin olmadıkları için, kendi iradeleri dışında oraya gönderilmiş, hayatları devlet tarafından gasp edilmiş gencecik insanlar.  Ellerine silah tutuşturulup kendilerinin olmayan, muhtemel ki anlamadıkları, anlayamadıkları bir kirli savaşın içine atılmışlar.  Her an Diyadin’deki rezil provokasyona benzer bir operasyonda, muktedirin doyumsuz hırsı uğruna kurban edilebileceklerinin farkındalar mı acaba? Kendilerini can alıp can vermek için öne süren iktidar sahiplerinin çocuklarının nerede, hangi koşullarda askerlik yaptıklarını merak ederler mi hiç?  Vatanın sağ olması için daha ne kadar kan akması gerektiğini düşünürler mi gece nöbeti sırasında?  Kahvaltıdan sonra, iç sıkıntımızı Muradiye Şelalesi’nin gür sularında bırakıp Doğu Bayazıt’a doğru yola çıktık.
Herkes İshak Paşa Sarayı için Doğu Bayazıt’a gitmemizi tavsiye etmişti, ama doğrusu eğri büğrü, karlı dağ yollarını aşarken, ben asıl Ağrı Dağı’nı göreceğim için heyecanlanıyordum.  Sonunda şehre girdiğimizde, efsanevi Ağrı Dağı olanca ihtişamıyla karşımızda belirince, o ana kadar gördüğüm her başı karlı dağı Ağrı sanmamın ne kadar gülünç olduğunu çok iyi anladım. Eşi emsali olmayan, sisli puslu, yağmurlu bir günde bile insanın nefesini kesen heybetli bir görüntüsü var. Hz. Nuh’un aklını seveyim. Ben de gemimi bir dağa park etmek zorunda kalsam, Ağrı gibi muhteşem bir dağı seçerdim.
IMG-20150525-WA0019 (1)
İshak Paşa Sarayı’nın PVC kaplamalı çatısı iç parçalayıcı bir görüntü.
İshak Paşa Sarayı’nın PVC kaplamalı çatısının yarattığı travmayı atlatabilmek için Doğu Bayazıt  çarşısına vurduk kendimizi. Hint el işlerinden kaçak çaya, ipek şallardan çakma güneş gözlüklerine kadar ne ararsan var çarşıda. Esnaf da en az ürünler kadar çeşitli. Çocuk yaşta satıcılar da var, 80’ine yaklaşmışlar da.  Ama hepsi gülümsüyor konuşurken. Umut çocuk gibi. Seçimleri sorunca, sözleşmiş gibi “Buralar garanti hocam, siz büyük şehirleri halledin yeter ki” dedi hepsi. Biz çarşıda alışverişe dalmışken, dışarda bardaktan boşanırcasına yağmur başladı. Çarşıda çakmak satan 15-16 yaşlarındaki İbrahim’e yemek için nereyi tavsiye ettiğini sorduk.  “Göstereyim” deyip kapıya yöneldiğinde, önce çarşının girişinden lokantanın yerini tarif edeceğini sandık. O yağmurda bize eşlik etmeye başlayınca, “herhalde müşteri götürdüğü için lokanta sahibinden komisyon alacak” diye geçirdim içimden. Garipsediğimden ya da kınadığımdan değil, aksine öyle görmeye alışık olduğumdan. Oysa İbrahim, lokantanın kapısına gelince, gülümsedi, “Afiyet olsun Hocam” dedi ve koşarak tezgahının başına döndü. Sadece yardımcı olmak için, sırılsıklam ıslandığı halde bizi kapıya kadar götürmüştü. Şehirli fesatlığımdan utandım. Utanmak da laf mı? Yer yarılaydı da içine gireydim.  O kadar yani.  Yuh olsun bana!
Pazar günleri lokantalarda (ve sanıyorum başka işyerlerinde de) nöbetçi işletme kuralı varmış.  Adil kazanç olsun diye, her Pazar birkaç işletme nöbetçi oluyormuş.  Tıpkı eczaneler gibi.  Gittiğimiz lokanta tıklım tıklım doluydu. Ortalıkta dolanan, masalara ekmek, tuz, su götüren 7-8 yaşlarındaki cin bakışlı çocuğa ismini sordum. “Umut” dedi. Kalbim eridi, yağmura karıştı.
Bize servis yapan arkadaştan, Doğu Bayazıt Belediye Eşbaşkanı Delal Tekdemir’in ve HDP milletvekili adayı Dirayet Taşdemir’in de orada olduklarını öğrendik. Tanışmak isteyince, yemeklerini bitirmek için müsaade istedikleri söylendi. Ben onlardan haber beklerken, bir de baktım ki beş dakika sonra, ikisi beraber masamıza gelmişler. Bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını sordular içtenlikle. Belediyedeki etkinliklerine de davet ettiler, ama maalesef katılamadık. İnşallah bir dahaki sefere.
Yemek boyunca ara ara Umut’u yakalayıp sorular sordum.  Öyle utangaç ki, ağzından tek kelimelik cevaplar alabilmek için yapmadığım numara kalmadı.  En son “Umut, seçim ne? Biliyor musun?” deyince, gözleri parladı.  “Heee… Biliyom. Demirtaş kazanacak!” Ne çok Umut var Ağrı’da.  Ne çok güzellik…
20150517_135035
Ağrı’nın umutları
(25/05/2015 Jiyan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder