16 Eylül 2014 Salı

DARBE Mİ DEDİNİZ?

12 Eylül faşist darbesinin kaymağını yiyen, yedikçe semiren AKP'nin kendini "darbe mağduru" olarak tanımlaması siyasi tarihimizin en büyük ironilerinden biri, belki de birincisi. Dini, "Sol'un panzehiri" olarak gören 12 Eylül'den en büyük kazancı İslamcı kesimin sağladığı tartışılmaz bir gerçek. Ancak gerçekler Akepe için çok önemli değil. Önemli olan muhalifleri susturmak, yaratılan kutuplaşmayı, gerekirse çakma mağduriyetlerle güçlendirmek ve ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak. Bu yüzden sahte gözyaşları içinde 12 Eylül'den hesap sormaya söz verirken, 1981'de açılan Metris'te 1979'da işkence gördükleri yalanını, hem de bir çoğu evlatlarını işkencede kaybetmiş Cumartesi Anneleri'nin gözlerine baka baka söylerken utanmıyorlar. Ve bu yüzden hükümet karşıtı her eyleme, gösteriye, hatta eleştiriye "Darbe var!" çığlıklarıyla histerik tepkiler veriyorlar.

Meclisteki ve sokaktaki muhalefete, Türkiye'de halkların ortak demokrasi mücadelesinin miladı olan Gezi'ye, haklarındaki yolsuzluk soruşturmalarına hükümetin tek bir yanıtı var: "Darbeciler!"  Darbeci yaftası son olarak Beşiktaş'ın taraftar topluluğu çArşı'ya yapıştırılmak isteniyor. Kafa kesen, soykırım yapan, 49 vatandaşımızı üç aydır rehin tutan IŞİD'e terörist demekten aciz AKP'nin Yeni Türkiyesi'nde, polisin orantısız şiddetine orantısız zekayla karşılık veren taraftar grubu çArşı'nın üyeleri, terör örgütü kurmakla suçlanıyor. Devletin tırları kim olduğunu açıklayamadığı gruplara, ne olduğunu açıklayamadığı yükler taşırken, ülkenin dört bir yanında ihtiyacı olan çocuklara tırlar dolusu kitap, giyecek, oyuncak taşıyarak umut dağıtan çArşı yargı önüne çıkartılıyor. Deprem bölgesinde bebekler soğuktan donarak ölürken, babasını, kardeşini iş cinayetinde kaybetmiş vatandaşı devlet tekme tokat döverken, köy okullarına yardım kampanyaları yapan, Van'daki depremzedelere, Soma'da yetim kalan çocuklara devletin esirgediği şefkati götüren çArşı'nın üyeleri için  müebbet hapis cezası isteniyor. Barcelona'da siyah futbolcu Eto'ya yapılan ırkçı saldırılardan nükleer santrale,  Suriyeli mültecilerden otizmli çocuklara,  fayton atlarından Gazze'deki katliama her türlü sosyal konuda duyarlı davranan çArşı'nın darbe yapmaya çalıştığı iddia ediliyor. 

Darbe mi dediniz? Darbeden bol ne var memlekette? Yeni Türkiye başlı başına bir darbe! 

Erkeklerin ayda ortalama 23 kadını öldürdüğü, 45 kadına ve çocuğa taciz ve şiddet uyguladığı Yeni Türkiye'de, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı'nin  devlet koruması altında öldürülen kadınlardan haberdar olmaması, kanunda yapılan değişikliklerle tecavüz ve tacizin adeta ödüllendirilmesi kadınların  yaşam hakkına darbedir. İki kadının katilini televizyon programına çıkartıp ne kadar güleryüzlü olduğunu söyleyen hayasız sunucu ve stüdyoda bu pespayeliğe alkış tutan şuursuzlar darbecidir. 

Darbe, eğitim sisteminin kirli siyasi oyunlara alet edilerek yap-boz tahtasına dönüştürülmesi ve gelecek nesillerin geleceklerinin karartılmasıdır. Öğrencilerin TEOG rezaletiyle evlerinden kilometrelerce uzağa yerleştirildiği, özel okulla okulsuzluk arasında seçime zorlandığı, parası olmayana okuma hakkının verilmediği sistemi kuranlar ve uygulayanlar darbecidir. 

Darbe mi dediniz? Devletin ordusunun 34 sivili katletmesi, barıştan bahsederken çocukları havan toplarıyla paramparça eden kalekollar dikmesidir darbe. Sefil bir mizansenle kışladaki bayrağı indirip, kardeşi kardeşe kırdırmaya çalışmak, düzmece bir savaş başlatmak için kendi vatanını vurmayı planlamaktır. Barışı rehin alıp oy karşılığı şantaj aracı olarak kullananlardır gerçek darbeciler. Sivas'ta 33 canı diri diri yakanları aklayanlardır. Gencecik, savunmasız insanları sokak aralarında döverek öldürenler ve öldürdükleri çocukları terörist ilan edip, annelerini meydanlarda yuhlatanlardır. 

Yeni Türkiye'de hukuka karşı darbe var! Yolsuzluğun araştırılmasını engelleyen; bir dönem savcısı olduğu davanın, çıkarları değişince kumpas olduğunu iddia edendir. Aile boyu hırsızlığı, havuz medyasını, pişkinlikle yapılan rüşvet pazarlıklarını ortaya koyan ses kayıtlarının montaj olduğunu göstermek için devletin kurumuna ısmarlama rapor hazırlatandır.

Her sene binden fazla işçi cinayetine göz yummak, katilleri yeni ihalelerle ödüllendirmek emeğe karşı darbedir. İş cinayetlerine fıtrat, öldürülenlere şehit hükmü verenler darbeciliği iyi bilirler.  

Darbe, demokrasiyi şaibeli seçimlerin sandıklarına hapsedip, düşünce ve ifade özgürlüğü, insan hakları, eşitlik gibi olmazsa olmazları yok saymaktır. Anadilde eğitimi yasaklamaktır darbe. "Afedersiniz Ermeni"dir. "Biliyorsunuz Alevi"dir. "İsrail dölü"dür. Kim demiş darbeler hep postal sesiyle gelir diye? Vesayetin el değiştirdiği Yeni Türkiye'de, "Emri ben verdim" cümlesi, darbenin makosen sesidir. 

Ve darbecilerin ustası, villada milyarlarla beraber onuru, haysiyeti sıfırlanırken, dinden, imandan, ahlak ve edepten bahsedendir.

Darbe mi dediniz? Bir yandan "Darbe var!" diye feryat figan ederken, darbenin hasını yaptınız, adını Yeni Türkiye koydunuz. Eski Türkiye'nin bol dipçik darbeli çeyrek demokrasisiyle, kin yiyip nefret kusan islam faşizminin karışımından yarattığınız, yeni adı altında eskiye öykünen, medeniyeti duble yola, ekonomisi inşaata endeksli, bayramları yas eyleyen, ölümlere sevinen, insan yaşamının sudan ucuz, vicdan bedelinin çok pahalı olduğu, iç işleri içler acısı, dış işleri dışlanmış, uluslararası itibarı yerle yeksan bir hilkat garibesi. Ve sizler, bu berbat çürümüşlük içinde, halkın paralarıyla yaptırdığınız saraylarda, altın suyuna da batırsanız kendinizi, içinizin kötülüğünü, yüreğinizin çirkinliğini, çamur kaplı zihninizin kokuşmuşluğunu örtemeyeceğinizi biliyorsunuz. Daha kötüsü, sizinle birlikte pisliğe batmayanların bunu apaçık gördüğünü biliyorsunuz. Bu yüzden bu kadar korkuyorsunuz size benzemeyen herkesten ve her şeyden. En cok da ezdiklerinizden... Alevi'den, Kürt'ten, işçiden, kadından. Bu yüzden korkuyorsunuz Gezi'den, çArşı'dan. Dövdünüz gitmediler.  Öldürdünüz bitmediler. İftiralarınızla da yenemeyeceksiniz. Çünkü yargıladığınız 35 kişinin arkasında sadece çArşı, sadece Beşiktaş değil, her takımdan, her kesimden, her ezilmiş kimlikten milyonlarca insan var.  Ve er ya da geç, hep birlikte haykırarak başınıza yıkacaklar dışı beyaz, içi zifir saraylarınızı:  Faşizme karşı, zulüme karşı, darbeciye karşı, kardeşimsin çArşı! 

(16/09/2014)

8 Eylül 2014 Pazartesi

ERKEKSENİZ TEKER TEKER ÖLÜN!

Çiçeği burnunda atanmış Başbakan Ahmet Davutoğlu, önceki gün Torunlar GYO'nun Mecidiyeköy'deki inşaatındaki katliamda öldürülen 10 işçinin "şehit hükmünde" öldüğünü beyan edip, ruhlarına Fatiha okunmasını buyurmuş. 

TDK 'şehit' kelimesini "Kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölen kimse" olarak tanımlıyor. İnşaat şirketlerinin %1000'e yaklaşan kar payını artırmanın ve rant mafyasının güçlenmesini sağlamanın AKP hükümeti için "kutsal bir ülkü veya inanç" olduğu malum. Ancak, Davutoğlu'nun bunu bu kadar açık yüreklilikle itiraf etmeyecek kadar zeki olduğunu umuyoruz. Bu durumda, ihalelerle besledikleri şirketin inşaatında katledilen işçilere şehitlik payesi vererek, işçi yakınlarından, klasik bir şehit ailesi klasiği olan "vatan sağ olsun" demecini duyacağını umuyor olsa gerek. Friedrich Durrenmatt ne güzel söylemiş: Bir devlet cinayet işlemeye hazır olduğunda kendine 'vatan' adını verir.

35 senede yaklaşık sekiz bin kez duyduk bu sözü. "Vatan sağ olsun." Gencecik evlatlarını devletin faşist politikaları yüzünden bitmek bilmeyen kirli savaşa kurban veren sekiz bin ana-baba, cok yıldızlı askerlerin ve çok korumalı devlet erkanının önünde acılarını haykırmaya utandırılırken hep aynı ezberi tekrarlamaya zorlandılar: Vatan sağ olsun.  Ezberi bozanlara, devlete evladının kanını helal etmeyenlere, "artık şehit cenazesi görmek istemiyoruz" diyenlere, dönemin Başbakanı RTE gereken açıklamayı yaptı: Askerlik yan gelip yatma yeri değildir. 

Benzer bir açıklamayı Soma'da "şehit" olan 301 maden işçisi için de yaptı RTE: Ölüm bu işin fıtratında var. Üstelik bu kez, anlamayanlar için 1800'lerden örneklerle taçlandırdı açıklamasını. Hala anlamayanların hakkı elbette kötekti. Onu da esirgemedi. 

Pazar günü basın toplantısı yapan Torunlar GYO Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Torun, İmam Hatip Lisesi'nden arkadaşı (ve ustası) RTE'den öğrendiklerini başarıyla uygularken, fıtrat yerine daha teknik bir terim kullandı: Sektörel vaka. 

Yan gelip yatma yeri değil. Fıtratında var. Sektörel vaka. Cinayetleri normalleştirmek için muktedirin ve himayesindekilerin uydurdukları söylemler hep aynı. Son on yılda "terörle mücadele" adına ölüme gönderdikleri 1200 asker gibi, rant ve daha fazla kar payı adına öldürdükleri 12 bin işçiye de "şehit" diyerek, ellerindeki kanı temizlemeye çalışıyorlar. Son on yılda AKP parti-devletinin doymak bilmez rant hırsının, "terör belası" dedikleri kirli savaşın 10 katı kadar can aldığını görmeyelim istiyorlar. Son on yılda işçi ölümlerinde Avrupa'da birinci, dünyada üçüncü sırada yer aldığımızı unutturmaya çalışıyorlar. Ama bu işçi milleti böyle çoğul ölmeye devam ederse, Yeni Türkiye'nin işi zor. 

"Erkekseniz teker teker ölün lan!" O zaman ne medya haber yapar, ne "darbeciler" sokaklara dökülür. Acılı, çaresiz aileler, sessiz sedasız yaslarını tutarken, geride kalan çoluk çocuğun rızkının derdine düşer, hak aramakla, mahkemelerle uğraşamazlar. Yasalar zaten patronların emrine amade. Kimseler duymadan, hallediverirler aralarında. Öyle ya, kol kırılır, yen içinde kalır. Beş ay önce aynı inşaatta 19 yaşındaki Erdoğan Polat'ın öldüğünü kaç kişi duydu? Olay üzerine yapılan teftişte ortaya çıkan bir çok güvenlik eksikliği için 6720 lira civarında bir ceza ödenmiş. İnşaatın durdurulmasına gerek bile görülmemiş.  Durmak yok, sömürüye devam.  

Ama ölü sayısı çift basamaklara çıktı mı, işte o zaman uğraş dur. Bir kere, basın toplantısı yapmak zorunda kalır patronlar. Durduk yerde can sıkıntısı, tabii. Yandaş basın tamam, ama şu Gezicilerle paraleller yok mu... Abuk subuk bir sürü soru sorarlar. İş güvenliğiymiş, taşeronmuş, sigortaymış. Nasıl anlatsınlar? "Bizi en çok çeken  %950 kar... Anlayamazsınız." İşleri güçleri var adamların. Göstermelik soruşturmalarla uğraşıp, günah keçisi bulup, hesap verir gibi yapmakla kaybedecek zamanları yok. Bir de bu arada inşaat durdurulursa, gitti paralar. Ancak %500 kar yaparlar böyle durumlarda. Yazık değil mi? Bütün bunlar yetmez gibi, sokaklarda bağırmalar, gösteriler, forumlar... Devletin polisi boş yere yorulur, sinirleri gerilir. Hayır, "ölmeyin" demiyorlar ki adamlar. Ama teker teker, hadi bilemedin ikişerli ölünsün ki patronların başı ağrımasın.  Aklımızı başımıza devşirmezsek, toplu ölümleri yasaklayan bir yasa çıkarıp, hükümete darbe girişimi yapmakla suçlayacaklar ölenleri. Ama bir dakika... Onu zaten yaptılar. 

İşçi katliamlarının bir Yeni Türkiye geleneği olarak normalleştirilmesine izin veremeyiz. Cinayetlere, maktul sayısına bakmaksızın isyan etmek zorundayız. Beş ay önce aynı inşaatta ölen Erdoğan Polat, ya da 2014'un ilk yedi ayında inşaat sektöründe birer ikişer ölen diğer 187 işçi için tepki verebilseydik, belki, 10 işçiyi ölüme götüren asansöre gerekli güvenlik sisteminin yerleştirilmesini sağlayabilirdik. Soma katliamından sonra sendikalar daha etkili bir şekilde örgütlenip, hükümet üzerinde daha yoğun baskı kurabilselerdi, belki ILO sözleşmesi imzalanıp uygulamaya konurdu. Ve kim bilir, belki de Mayıs ayından bu yana yaşanan katliamlarda ölen 384 işçiden hiç değilse bazıları hayatta kalabilirdi. 

İşçi cinayetlerinde dünya lideri olmaktan kurtulmak için hafızamızı ve öfkemizi diri tutmak zorundayız. Soma'da çöp poşetlerinin içinde kamyonlara doldurulan yüzlerce cansız bedeni, iki oğlunu birden topragin altından alıp, yine toprağa gömen Senem Ana'nın isyanını, yüreği yanan acılı vatandaşın yarasını sarması gerekirken tekme-tokat girişenleri, işçiye layık görülen fıtratı hatırlamak zorundayız. Hatırlayalım: Gözümüzün önünde meclisten delik deşik torba yasalar geçiyor, uçlarına yolsuzlukları koruyan maddeler iğnelenmiş. Muhalefetin anası olması gereken partide birkaç milletvekili emekçiler için kendini paralarken, aynı partinin belediye başkanı grev yapan işçileri dövdürtüyor, a la Tayyip. Bütün bu saçmalık arasında, teker teker ölmeye devam ediyor işçiler. Bu kez unutmayalım. Tarihin tekerrürüne son verelim. İhmal veya daha yüksek kar amacıyla kaçınılan güvenlik tedbirleri yüzünden ölen her işçi cinayetinde,Vali Mutlu'nun deyimiyle "şeyler"in sayısının çift basamaklara ulaşmasını beklemeden, her biri 10muş gibi, 100müş gibi, 301miş gibi isyan edelim. Çevreye verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı haklı gurur duyarak, her daim taze bir öfkeyle direnelim.  Direnelim ki artık ne kışlada, ne inşaatta, ne madende, ne tersanede kimse "şehit" olmasın. Ve cinayet hazırlığı içinde "vatan" ismi verilen devlet değil, devletin hizmet etmek zorunda olduğu insan sağ olsun.  

(08/09/2014)

2 Eylül 2014 Salı

ALKIŞ

Açıklama

Demirtaş'ın gecikmiş "alkış" açıklaması, ben aşağıdaki yazıyı bitirdiğim sırada geldi. RTE'nin alkışlanması öfkeden içimi kabarttıysa da, bu hareketin stratejik bir anlaşmadan çok, siyasi beceriksizlik sonucu olduğunu tahmin etmiştim.  Ancak, ne yalan soyleyeyim, böyle bir açıklama beklemiyordum.  Demirtaş'ın "Erdoğan'a değil, halkın iradesine saygı gösterdim" sözlerini takdir etmemek elde değil.  Ancak yine de, halka saygı gösterirken bile, adaletsiz bir seçimle göreve geldiğini söylediği kişinin, hiç değilse sembolik olarak protesto edilebileceğini ve edilmesi gerektiğini düşünüyorum.  Bir de tabii, keşke bu açıklama, bunca hezeyana fırsat vermeden gelseydi.   Neyse, zararın neresinden dönülse kardır deyip, Yeni Yaşam'a olan inancımı tazelediği için Demirtaş'a teşekkürlerimle, orijinal yazımı paylaşıyorum. 

Alkış
Kızgınım.  Çok kızgınım.  Sadece Demirtaş'a ve HDP'ye değil, bu aralar herkese atarlanasım var. 

Aralarında Selahattin Demirtaş'ın da bulunduğu HDP milletvekilleri, Perşembe günü mecliste, yolsuzluğu ayyuka çıkmış iktidarın elleri kanlı, yüreği kinli diktatörüne alkış tuttular.

İlk atar  ağızlarının suyu akarak, Demirtaş'a oy verenlerin utanç içinde bir pişmanlık bildirisi yayınlamalarını bekleyen CHP'li arkadaşlara.  Hiç boşuna keyif sigaralarınızi yakmaya hazırlanmayın.  Kendi adıma söyleyeyim, hiç pişman değilim.  Evet, diktatörün tahta çıkışını alkışlamak en hafif tabirle abesle iştigaldir.  Ağır tabiri "nezaketen" yazmıyorum.  Ancak bu, Yeni Yaşam'ın solun yıllardır özlemle beklediği söylem olduğu gerçeğini değiştirmez.  Küçük ve yanlış oy hesaplarıyla, diktatöre öykünür gibi tepeden inme bir şekilde önlerine atılan, sağın dibine vurmuş, demokrasinin Menderes'le başladığını, Türkeş'in kahraman olduğunu söyleyen bir adaya "tıpış tıpış" oy verenlerin, AKP'yi iktidara taşıyan ve 12 senedir basiretsiz muhalefet yapan partiyi ısrarla destekleyenlerin, ilkeli siyaset soylemini tercih edenlere çemkirmek yerine, önce kendi pişmanlıklarıyla yüzleşmeleri gerekir. 

Sıradaki atar, eleştiriye tahammülü olmayan fanatik Demirtaş hayranlarına ve Kürt milliyetçilerine gelsin.  Yolsuzluk, hırsızlık, ve dahi dönemin başbakanının emriyle işlenen cinayetleri görmezden gelip, Uzun Adam'ı eleştiren herkesi paralel ya da "ateyiz" ilan eden AKP biatçılarına koyun derken, aynı kör, biatçı tavırla yanlışı görmezden gelip, bir de eleştirenlere saldırmak nasıl bir aymazlıktır?  Radikal demokrasi söylemi üzerinden siyaset yapan ve oy alan bir siyasetçi ve eş başkanı olduğu parti, Roboski'nin, Reyhanlı'nın sorumlusu, Gezi'deki cinayetlerin baş faili, Soma'da ve daha pek çok işyerinde, daha fazla kar için binlerce canın katledilmesine göz yuman, rant için doğayı ve kamu arazilerini peşkeş çeken, kendinden olmayana var olma hakkı vermeyen diktatörü ayakta alkışlayacak; ona oy verenler bunu eleştiremeyecekler; bunun adına da radikal demokrasi diyeceğiz, öyle mi? Yerler öyle demokrasiyi. 

Gelelim Demirtaş'a.  Elbette bu ayıp tüm HDP milletvekillerinin ayıbı.  Ancak, Demirtaş'ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde, ülkenin pek çok yerinde partisinin son seçimde aldığı oyları katladığı göz önüne alınırsa, tepkinin aslan payını alması doğal.

Yenilir yutulur şey değil... Oldu mu o alkış, Selo Başkan? Gülsüm Ana'ya ne diyeceksin?  Roboski'nin hesabını nasıl soracaksın alkışladığın zorbadan?  Hrant'ın cinayetini tertipleyenleri terfi ettiren, Madımak katillerini aklayıp bir de hayırlara yoran Uzun'u alkışladıktan sonra, "Afedersiniz Ermeni"leri, "Biliyorsunuz Alevi"leri nasıl inandıracaksın tüm kimliklerin haklarını savunacağına? 

Yeni Yaşam'a çağırdin, kalktık geldik.  Hem de nezaketen değil, yürekten geldik. Radikal demokrasi için, tüm kimliklerin özgürce, esitçe, gönüllü olarak beraber yaşadığı bir Türkiye için geldik. Nar olmaya geldik Selo Başkan, dışı bir, içi bin olmaya!  Kanımıza dokundu, CHP bile diktatörü örgütlü bir şekilde protesto ederken senin alkışladığını görmek. Tüzük fırlatmayı nezaketsiz bulmuşsun.  Eyvallah.  Nezaketli protesto edeydiniz madem.  Ne bileyim, bir siyah bant, bir kırmızı fular takamadınız mı?  Protestoyu da geçtim, hiç değilse alkış tutmasaydınız!  Yakıştı mı sazdan başka bir şey çalmayan ellerine bir hırsızı alkışlamak? Hiç mi kulaklarında çınlamadı kendi sözlerin?   Hadi Yeni Yaşam inancıyla peşine düşenleri düşünmedin, Roboski'yi, Lice'yi düşünseydin.  Ali İsmail'in hatırı yoksa, bari Medeni'nin hatırına alkışlamasaydın.  Olmadı Demirtaş, olmadı. 

Evet çok kızgınım.  Ama dedim ya, pişman değilim.  Üstelik şunu da açıkça söyleyeyim: Yine aynı adaylarla seçim olsa, yine Demirtaş'a verirdim oyumu, çünkü ne kadar kızsam da, ben bu alkışın gizli hesaplara dayalı bir stratejiden cok, siyasi zekanın geçici dumuru olduğunu düşünüyorum.  Zira bu alkışın bedeli, kazandırabileceklerinden çok daha fazla.
HDP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Yeni Yaşam Çağrısı ile yakaladığı ivmeyle solun yeni adresi olabilecek, 2015 seçimlerinde barajı aşıp mecliste ciddi bir muhalefet gücü kazanabilecekken, yıllardır beklediği bu fırsatı riske atması hiç mantıklı gelmiyor bana.  Ortada AKP ile gizli bir pazarlık olsa bile, ki ben olmadığına inanıyorum, böyle bir pazarlığa %10 barajını aşarak oturmak, HDP için çok daha kazançlı olacaktır. Barış sürecini rehin alıp, çıkarları karşılığı hayasızca şantaj yapan AKP'nin kuru alkış karşılığında HDP'ye taviz vermeyeceği cok açık. HDP'nin de, RTE'nin kuru sözüne güvenip, 2015'te barajı aşmaktan vazgeçerek AKP'yi destekleyecek kadar, af buyurun, salak olmadığından eminim.  Canlı yayında 10 dakika önce söylediği sözü inkar eden RTE'nin, değil kapalı kapılar ardında, tüm ülkenin gözü önünde bile ne kadar rahatlıkla yalan söyleyebildiğini görmek için sadece Kabataş ve camide içki fantezilerini hatırlamak yeter. Hal böyleyken, HDP'nin RTE'yi açıktan destekleyip, barajı aşabilmesinin tek yolu olan CHP küskünlerini ve "evsiz" solcuları kızdırması hiç akılcı olmaz.


Velhasıl kelam, tüm öfkeme rağmen, bir hata için Demirtaş'ı gizli anlaşmalarla suçlayıp linç etmenin hem adaletsiz, hem yanlış olduğunu düşünüyorum.  Öfkemin ötesinde, çokça hayal kırıklığım var.  Fakat Yeni Yaşam'a dair temkinli bir iyimserlik de var içimde.  Yanılmadığımı umuyorum. 

(02/09/2014)