2 Temmuz 2015 Perşembe

FOTİ BENLİSOY: KAFAMIZ KARIŞIK, SORULARIMIZ ÇOK OLSUN


Sokak sokak gezdiler, videolar çektiler, gündüz afişler tasarlayıp gece yapıştırdılar. Bildiriler, infokartlar, broşürler hazırlayıp dağıttılar. Uçurtmalarla, bisikletlerle, el arabalarıyla, şarkılarla, danslarla, yüzlerinde gülümseme, yüreklerinde umutla HDP’ye oy istediler. Müşahit, okul sorumlusu, gönüllü avukat olup oylara sahip çıktılar. Bir sosyal hareketin seçim insiyatifi olarak örgütlenebileceğini gösterdiler. %13,1’in yüzde kaçından sorumlu olduklarını bilmiyorlar, çok da umursamıyorlar. Angela Davis’in “sosyal hareketlerin sonucu olmaz, tesiri olur” sözüne hiç yabancı değiller.  Başarı hanelerine yazılacak puanlarla değil, mücadelenin devamında, kendileri ya da başkaları tarafından kullanılabilmesi için bıraktıkları “bakiye” ile ilgililer.
Çok s10dansonraesli, çok etkin bir insiyatif 10danSonra. Farkları ve farkındalıkları var. Geniş bir sol yelpazeden, çoğu Gezi’de bulunmuş bir çok insan ortak taleplerle bir araya gelmiş ve iki ara bir derede salınmak yerine, “Sorumluluğumuz sandıktan büyük” diyerek, ellerini taşın altına koymuşlar. Çok da iyi etmişler.
10danSonra insiyatifinden Foti Benlisoy’la röportaj yapmayı epeydir istiyordum. Seçim telaşı bitip, %13’ün heyecanı bir parça yatıştıktan sonra, 20 Haziran Cumartesi günü, 10danSonra Türkiye Forumu’nda buluştuk. Bahçede ve kapı önünde sakin bir hareketlilik, Cumartesi sabahından beklenmeyecek bir enerji. Kadınlar rengarenk, erkeklerin hemen hepsi sakallı. (Sahi nedir bu sakal olayı, arkadaşlar?) Eski dost olanlar da var, ilk kez tanışanlar da. Ama hepsinde, ortak bir amaç için çalışmış ve başarmış insanların yoldaşlık hali.
Forumun değerlendirme bölümü rahat ve eğlenceli geçiyor. Bir ara, sunumlardan birinde fonda çalan Güneşin Sofrası’na, eşlik ediyorlar hep birlikte. Eksiğiyle gediğiyle başarılı bir kampanya olduğu, övünmek icin değil ama daha sonraki hareketlere referans olması için 10danSonra’yı etkin ve güçlü kılan siyasi özelliklerin altının kalın kalın çizilmesi gerektiği konularında genel olarak hemfikirler. Bundan sonra ne yapılması gerektiğinin konuşulduğu ikinci bölümde ise fikir ayrılıkları belirginleşiyor, ifadeler keskinleşiyor. Zaman zaman sesler yükselip tartışmalar sertleşse de, ortamdaki alışılmışın ötesinde demokrat tavır kesintisiz korunuyor. Zaten yerel ve yatay bir yapılanma olduğundan, genele uygulanacak bir karar alınması söz konusu değil. Amaç, tüm fikirlerin sağlıklı bir şekilde ifade edilmesi ve değerlendirilmesi.
Foti tüm konuşulanları dikkatle dinliyor. Kırlaşan sakallarına ve hafif seyrelmeye başlamış saçlarına rağmen,fotiçocuksu bir ifadesi var. “Kürk Mantolu Madonna” kapaklı küçük bir deftere notlar alıyor. Not almadığında bıyığıyla, sakalıyla, saçıyla oynuyor. Sıkça elindeki (akıllı olmayan) telefonun saatine bakıyor. Sıkıldığından değil; aklından geçenlerin hepsine yetişemeyeceğinden endişeli sanki. Konuşurken sandalyesinin ucunda yaylanarak, tüm bedeniyle konuşuyor. “Alayına hayalci olmalıyız” diyor. “Biz hayalci olduğumuzda başarıyoruz. Buradan bir cüretle kalksak, o zaman patlamalar, kırılmalar olur.” Ses tonuyla beraber elleri de inip çıkıyor vurgularda. Arada kendiyle dalga geçiyor, omuzları sarsılarak gülüyor. Gözleri hiç durmuyor. Sürekli bir şey arar gibi. Ve aradığını bulmak kadar, belki daha fazla, arayışın kendisini önemser gibi. “Kafamız karışık olsun. Sorularımız çok olsun, cevaplarımıza birlikte asılalım, birlikte tutunalım. Kolay cevaplara sığınmayalım.”
Foti Benlisoy’la 10danSonra, HDP ve siyaset üzerine konuştuk. Tam da dediği gibi, kolay cevaplara sığınmadan.
  • 10’dan Sonra kısa sürede çok iyi örgütlenen bir sivil inisiyatif. Kaç katılımcınız oldu? Yaklaşık kaç seçmene ulaştınız? Hedef kitleniz kimdi? Çalışmalarda tercih ettiğiniz yöntemler nelerdi?
10’dan sonrayı sayılara vurmak, rakamsallaştırmak ne kadar mümkün emin değilim. Bastığımız ve dağıttığımız bildiri, infokart ve afiş gibi materyalin sayısı yüzbinleri buluyor. Üstelik “yerel” düzeyde hazırlanıp çoğaltılan benzer materyalin sayısını bilmek de zaten mümkün değil. Sosyal medyada ise paylaştığımız içerikleri takip eden “tekil kullanıcıların” sayısı zaman zaman iki milyonu aşmış. İki ayda, tabir caizse “haldır huldur” örgütlenen bir kampanya için bunların önemli rakamlar olduğunu düşünüyorum.
Benzer biçimde 10dan Sonra çalışmalarına katılan insan sayısını da tam olarak belirlemek mümkün değil. Bir üyelik sistemimiz yok, tam tersine bir bildiri dağıtmış, evinin önünde park etmiş arabanın cam sileceklerine bir info kart sıkıştırmış, ya da sosyal medyada 10dan Sonra’nın ürettiği siyasal içerikleri paylaşmış herkesi bu çalışmanın bir parçası olarak kabul ediyoruz. 10dan Sonra hızla yerelleşen, yerellerdeki katılımlarla çoğalıp yaygınlaşan bir ağ olarak tanımlanabilir. Yerel inisiyatiflerin çalışmalarına şu ya da bu düzeyde katılan ya da bize adres bilgilerini göndererek materyallerimizi dağıtmak isteyen tüm “10dansonracıların” kaç kişi olduğunu bilmek mümkün değil. Tek bildiğim, sandığımızdan çok çok daha kalabalık olduğumuz.
Çalışmalarımızda yerellik esas olduğu, mümkün mertebe esnek bir seçim çalışması gerçekleştirmeyi gözettiğimiz için tek bir yöntemi tercih etmedik. Her yerel bağlamda, o yerelin kendi dinamik ve olanaklarına uygun yöntemler benimsendi ve uygulandı. Güçlü ve etkin bir sosyal medya kullanımına, yoğun ve olabildiğince yüz yüze temasa dayalı bir sokak faaliyeti eşlik etti. Kimisi ekoloji forumu düzenledi, kimisi lokma dağıttı, kimisi bisiklet turu yaptı, kimisiyse piknik… Adaylarla beraber düzenlenen forumlar ya da daha klasik yöntemler olan bildiri dağıtımı, afişleme ve “masa açma” gibi yöntemler, birbirinin alternatifi olmayacak şekilde, o yerelin koşullarına uygun olarak o yereldeki insanlarca tasarlandı.
Kullandığımız afiş ya da bildiri gibi materyaldeki yalın, samimi ve açık dil de etkili oldu muhtemelen. Örneğin yoğun olarak dağıttığımız ve HDP’ye oy vermeye eli bir türlü çeşitli tereddütler nedeniyle varmayan insanlara hitap eden “ama HDP” broşürümüz ya da HDP barajı aşarsa meclis aritmetiğinin ne yönde değişeceğini gösteren afişlerimiz sanırım çok etkili oldu, çok “tuttu”.
  • Baraj aşıldı. 10’dan Sonra için sırada ne var? Bir sivil insiyatif olarak, farklı konularda çalışmaları sürecek mi? Yoksa işlevini tamamladıktan sonra dağılacak mı?
Bunlar zor ve ancak kolektif bir tartışma süreci sonunda cevabı bulunabilecek sorular. Cumartesi günü bu tartışmanın belki de bir ilk ayağı olarak bir Türkiye Forumu gerçekleştirdik. Her şeyden önce yapılan çalışmanın bir bakiyesini ortaya çıkartmaya, bu çalışmanın siyasal anlam ve içeriğini beraberce değerlendirmeye çalıştık. Bir miktar da “10dan sonrasını” konuşmaya, öngörmeye çalıştık. Aslında “10dan sonra” bir seçim inisiyatifi olarak (elbette eğer önümüzde bir erken-baskın seçim olmazsa) işlevini şimdilik tamamlamış görünüyor. Dolayısıyla forumda da onu tabir caizse “dondurma” kararı aldık. Ancak seçim çalışması esnasında Türkiye’nin birçok köşesinde açığa çıkan ciddi siyasal sosyallikler var. Bazen haksız bir biçimde, sanki bir “merkez” varmışçasına “yerel” diye tarif ettiğimiz bu sosyal ağlar belli ki işlemeye, çalışmaya devam edecek. Kimisi bir bostanı savunacak, kimisi ırkçılığa ve şovenizme karşı bir faaliyet yürütecek, kimisi bulunduğu yerelde bir sosyal merkez açacak. Bunların eşgüdümü ile önümüzdeki süreçte gene birlikte şu ya da başka bir isimle birleşik bir müdahalede bulunup bulunmayacağımızı ise hem önümüzdeki dönemin siyasal gelişmeleri hem de birlikte yürüteceğimiz tartışma belirleyecek.
Kişisel olarak, önümüzdeki süreçte, toplumsal mücadele ve direniş zeminlerinde birleşik-çoğulcu alanların yaratılmasını bir zaruret olarak görüyorum. HDP’nin seçim başarısı daha genel bir siyasallaşma sürecinin, elbette tutarsız ve kesintili bir sosyal radikalleşmenin kritik tezahürlerinden biri. HDP’nin başarısının ardında Kürt özgürlük hareketinin otuz yılda inşa ettiği siyasallaşma ve AKP’nin şahsında cisimleşen neoliberal otoriterizme karşı verilen ve Gezi direnişiyle niteliksel bir sıçrama yaşayan mücadelelerin yarattığı birikim var. Bu birikimi göz ardı eden, seçim başarısının ardında bu mücadelelerin yarattığı dip akıntısının tesirini es geçen bir siyasal tartışma, ister istemez parlamentarizmin ufkuyla sınırlı kalacaktır. Bu siyasallaşmanın kendisini ifade edebileceği çoğulcu, birey hukukuna dayanan, sol içi bloklaşmalara tekabül etmeyen, mümkün mertebe yatay, hiyerarşiden uzak, katılımcı ve esnek birleşik muhalefet zeminlerine ihtiyaç var. 10dan sonra bağımsız seçim inisiyatifi, işte böylesi zeminlerin nasıl etkili ve görünür olabileceğinin, yaygınlaşıp çoğalabileceğinin küçük bir örneği. 10dan Sonra’da açığa çıkan enerji ve biriken deneyim, böylesi zeminlerin yaratılması ve yaygınlaştırılması hususunda pekâlâ değerlendirilebilir.
  • HDP ile ittifak anlayışınızı bağımsız destek örgütlemesi oluşturarak yaptınız. Destek açıklamalarından daha ileri bir yol seçtiniz. Bu sanırım ilk oluyor. Bu tercihin siyasal nedenleri neler?
10dan Sonra’da yer alan birey ve kesimler için çok farklı nedenler söz konusu elbette. 7 Haziran seçimlerinin ne kadar kritik olduğunu, artık bir klişe haline gelse de hatırlatmaya mecburum. Dolayısıyla HDP’li olmayan kesimler açısından da olası bir otoriter başkanlık rejimine gidişi engelleyecek şekilde HDP’nin desteklenmesi fikri bu noktada oldukça önemliydi. HDP’nin örgütsel yapılanışına dahil olmayan, HDP üyesi olmayan birey ve grupların bir biçimde HDP’nin barajı geçme hamlesine karınca kararınca da olsa destek sunmasını sağlayacak mecraların oluşması gerekiyordu. 10dan Sonra bu mecralardan ve sanırım en görünür ve etkililerinden biri oldu.
Bu hususta daha “kişisel” değerlendirmeme gelince… AKP’yi geriletmek gibisinden reel politik bir kaygının, (eksik ve belirsizlikleri ne olursa olsun) HDP gibi radikal bir seçenekle özdeşleşmesi, seçim sürecini HDP’nin bileşeni olmayan sol ve toplumsal muhalefet kesimleri için kritik bir muhtevaya büründürdü. Bu denk düşme hali dolayısıyla Gezi sonrasında ilk defa seçim, “sokağı” soğuran bir engel değil, sokak muhalefetinin potansiyel ve gücünü artıran bir kaldıraca dönüştürme imkânı doğdu. Bu anlamda HDP’nin parçası olmayan solun, sosyal hareketlerin, taban inisiyatiflerinin politik-örgütsel bağımsızlıklarını muhafaza ederek seçimde HDP’yi aktif bir biçimde desteklemesinin kritik olacağı noktasında bir fikir giderek yaygınlaştı. HDP’yi desteklerken sandığı sokağa doğru bükecek, Gezi direnişinin bakiyesini mümkün mertebe harekete geçirecek, çoğulcu-aşağıdan, bağımsız bir seçim çalışması fikri böylece oluştu.
Parti formunda değil de yerel inisiyatifler şeklinde örgütlenerek antibürokratik ve aşağıdan bir tarzla yürütülen, seçim sonrası için de bir tahkimata yol açan ve adeta bir “sosyal hareket” gibi örgütlenen bu seçim çalışmasının, Gezi sonrasında başımıza bela olan “sandık-sokak” ikileminin aşılmasında kısıtlı da olsa önemli bir deneyim olduğunu söylemek mümkün. 10danSonra seçim kampanyası üzerinden hatırı sayılır bir topluluğun, sadece oy veren olmaktan çıkarak sokakta siyaset yapar duruma gelmesi çok değerliydi. 10danSonra, HDP ile eşgüdüm içinde onu da sürekli hareketli kılan bir kampanya olmaya çalıştı. Bu çerçevede şimdi baraj aşılmışken HDP milletvekillerini (ve genel olarak meclisi) soldan ve toplumsal hareketler açısından olumlu anlamda “baskı” altına almanın yol yordamını tartışmak açısından da önemli bir deneyim oldu.
  • Seçim öncesi ve sonrası farklı kesimler tarafından HDP’ye yöneltilen “samimiyet” endişe ve eleştirilerini, “emanet” tartışmasını nasıl değerlendiriyorsun?
Kürt Özgürlük Hareketinin “gizli” bir gündeminin olup olmadığıyla ilgili olarak yaratılan puslu hava, Türkiye solunda dahi ciddi bir kafa karışıklığına neden oldu. Kürt hareketinin AKP’ye “teslim olmasına” dair türlü fantezileri seçim tavrının mazeretine dönüştürmek çok çirkindi. Daha öncesinde de benzer senaryoların “bas geç” pespayeliğini meşrulaştırmak için kullanıldığını gördük maalesef.
“Samimiyet” tartışması ne kadar çirkinse “emanet” tartışması da o kadar manasız. Her oy ve temsil ilişkisi zaten bir tür emanettir. Burada önemli olan husus, bilhassa batıda HDP’ye oy vermiş yüz binlerin sokakta seferber olmalarını sağlayacak mecraları yaratmak olmalı. Ancak böylesi mecralar, yani milletvekillerini kendisine hesap verir kılacak güçlü toplumsal hareketlerin müdahaleleri aracılığıyla HDP’nin yarattığı umutların düzen içi siyasetin labirentinde berhava olması önlenebilir. HDP’ye oy verenlerin “yüksek siyasetin” ve bitmek bilmeyen koalisyon senaryolarının izleyicisi konumuna düşmelerine müsaade etmemeliyiz. Seçmenleri basitçe oy veren olmaktan çıkartıp siyaseten aktif kılacak, siyasetin ağırlık merkezini parlamento koridorlarından “sokağa” doğru bükecek özerk, birleşik muhalefet zeminlerinin inşa edilmesinde 10dan Sonra bağımsız seçim inisiyatifi gibi girişimlerin deney ve birikimi pekâlâ yol gösterici olabilir.
  • Koalisyon kurulsa da kurulmasa da, sence öncelikle ele alınması gereken üç konu nedir?
Birinci husus elbette HDP’nin başarısının anlamı. HDP’nin başarısı, siyasal güç ilişkilerinde emekçi ve ezilenler lehine ciddi bir kırılma anlamına geliyor. HDP mevcut siyasi güç dengelerini istikrarsızlaştırarak sola doğru bir siyasallaşmayı kışkırtmış oldu. Bu siyasallaşma ve barajın aşılmasının yarattığı özgüven,  önümüzdeki dönemin toplumsal mücadele ve direnişleri açısından devasa bir moral ve maddi güç anlamına geliyor.
İkincisi, eldeki sonuçlar, seçim öncesinde belki “erken” ama açık işaretlerini gördüğümüz yönetememe krizinin iyiden iyiye derinleşmesi anlamına geliyor. Gerileyen ve rıza devşirmekte ciddi zaaflar gösteren ama hâlâ belli oranda“popüler” bir AKP, tek partili“güçlü” hükümet devrinin son buluyor oluşu ve giderek kendi içinde saflaşan bir hâkim sınıf, daha istikrarsız ve “sert” bir siyasal atmosfer anlamına gelecek.
Üçüncüsü, AKP ve Erdoğan bir seçim yenilgisi alsa da 13 yıllık tek başına iktidar olmanın yarattığı mevzileri ellerinde bulundurmaya devam ediyor. AKP şahsında cisimleşen otoriter-neoliberal düzenin siyasi direnci ve şiddetini alt edecek bir mücadele sokakta, yani işyerlerinde, sınıflarda, müştereklerimizin savunusunda, meydanlarda olacak, olmalı. Parlamenter güç dengesinin değişmesine toplumsal güç dengelerinin değişimi eşlik etmezse, mevcut zaferin oldukça kısıtlı sonuçları olacaktır.
  • Bu seçim pek çok açıdan bugüne kadarki tüm seçimlerden farklıydı. Seçim kampanyalarında, özellikle HDP’nin (bir kısmı 10’dan Sonra tarafından üretilen) mizaha dayalı söylemleri ve görselleri ön plana çıktı. İstisnalar olsa bile, özellikle muhalefet partileri, bugüne kadar alışık olduğumuzdan daha saygılı, daha kaliteli kampanyalar ürettiler. Sence Türkiye’de siyasetin yapılış şekli kalıcı olarak değişti mi? “Halk yumruğunu masaya vuran politikacı sever” tezi artık geçerli değil mi? 
Senin kadar iyimser olmadığımı itiraf edeyim. Türkiye’de siyasal kültürün ataerkil ve otoriter karakterinde radikal bir değişim yaşanabilmesi için daha tabir caizse kırk fırın ekmek yememiz gerektiğine inanıyorum. “Şenlikli muhalefet” etme biçimlerinin de toplumsal muhalefet güçleri açısından öyle çok da yeni bir şey olmadığını hatırlatayım. Örneğin daha 1980’lerin sonlarında İstanbul Üniversitesi öğrencileri, kampüslerindeki polis işgalini protesto eden bir kampanya için dünyanın uzaylılarca işgalini konu alan ve o dönem bir hayli popüler olan “Visitors” dizisinden esinlenmişlerdi. Polisi işgalci uzaylılarla özdeşleştiren afiş ve pankartlar dışında, polisin kullandığı pisuvarların uzaylılar için “düzenlenmesi/bozulması” şeklinde “doğrudan eylemler” bu kampanyanın bir parçasıydı. Yani mesela bugün bizim 10dan Sonra’da ürettiğimiz Game of Thrones dizisiyle alakalı propagandif içerik, fikir ya da konsept olarak o kadar da “yeni” bir şey değil.
Sanırım şu hususu vurgulamakta yarar var: Toplumsal muhalefetin geliştiği ve yaygınlaştığı koşullarda (o klasik tabirle) bir yaratıcılık patlamasıyla karşı karşıya kalıyoruz. Ezilenler özneleştikçe, yani kendi kaderlerini el koymak için kurumlar siyasetinin dışına, sokağa taştıkça kendi siyasal dil ve araçlarını oluşturmaya yöneliyorlar. Gezi direnişi bunun en güzel örneklerinden biriydi. Metal işçileri beklenmedik bir biçimde direnişe geçtiğinde, Kibar Feyzo filminden alınma bir tema olan “Harranlılar” üzerine bir kolektif aidiyet ve buna uyarlı bir söylem yaratabiliyorlar. Dolayısıyla insanların siyasetin seyircisi olmaktan çıktığı, failleştiği her durumda yaratıcılık ve mizah karşımıza çıkıyor. Lenin’in klasik tabiriyle “devrimin ezilenlerin şöleni olması” bundan.
Dolayısıyla siyasetin yapılış şeklini olumlu anlamda değiştirecek olan ana akım partilerin profesyonellerinin ürettiği “kaliteli” reklam kampanyaları değil. Bunlar dahi, sokak muhalefetinin yaygınlaştığı koşullarda sokağın dilini taklide yönelebiliyorlar. CHP’nin kimi reklam spotlarında bunun (“Gezi dilinin” yani) örneklerini gördük. Ancak bu hususta bizim referansımızın bu reklamcılık marifetleri değil, sıradan insanların eyleme geçme koşullarının yaygınlaşıp yaygınlaşmadığı olmalı. Müesses kurum ve kurallar haricinde insanlar, kendi kaderlerine el koymaya dönük ne kadar çok inisiyatif alırlarsa siyasetin dili ve yapılış biçimi o kadar olumlu yönde değişecektir.
  • Yakın gelecekte, sivil insiyatiflerin ve oluşumların siyasetteki rolü ne olacak?  Benzer oluşumların siyaset dışındaki alanlarda da etkinleşmesi a) mümkün mü? b) sağlıklı mı?
“Sivil inisiyatif” demektense aşağıdan gelişen, taban inisiyatifleri tabirini tercih ettiğimi belirtmek isterim. Daha önce de ifade etmeye çalıştığım gibi bilhassa Türkiye’nin batısında (Kürdistan coğrafyasında zaten otuz yıllık bir mücadelenin yarattığı gelişkin bir siyasal birikim mevcut) Gezi direnişi sonrasında kesintili de olsa bir siyasallaşma süreciyle karşı karşıyayız. Toplumsal hareketlerin eylem ve örgütlenme repertuarı belli bir yaygınlaşma yaşamakta, kurumlar dışı bir “sokak siyaseti” daha önce hiç olmadığı kadar meşruiyet sahibi. İnsanlar talepleri için sokağa çıkmaya, çeşitli düzeylerde örgütlülükler geliştirmeye yakın geçmişe göre çok daha yatkınlar.
Dipten gelen, kimi zaman uç verip hızla geri çekilip kalıcılaşamayan amorf bir siyasallaşma dalgasıyla karşı karşıyayız. İşçi sınıfındaki “içgüdüsel” hareketlenme bundan, artık çevik olmadan dozerlerin kentsel yağmaya girişemez hale gelmesi bundan, kadın cinayetlerine karşı kısa zaman önce yaşanan muazzam patlama bundan… İşte bu kolektif ama amorf siyasallaşmanın uç verebileceği, çoğalacağı, görünür hale geleceği birleşik zeminlere ihtiyaç var. Muhtemelen bugünkünden de daha “sert” olacak bir siyaset alanında sözde değil özde, yani “sokakta” birleşik mücadeleyi mümkün kılacak, geniş kesimlerin katılıp parçası olabileceği esneklikte çoğulcu zeminlerin inşasına girişmek gerekiyor. Örgütlerin birliğinden ibaret olmayacak, mevcutlar gibi bir politik bloklaşmaya tekabül etmeyecek, mümkün mertebe aşağıdan, yatay ve çoğulcu eylem zeminleri tasarlamalıyız.
(22/06/2015 Jiyan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder