Bir süredir yazı yazamıyorum. Zaman ya da konu sıkıntısı
değil sorun. Zaten hep geceleri yazdığım için zaman bulmak zor değil. Konu
desen, Türkiye o açıdan çok zengin. Ortalama bir ülkenin üç aylık gündemini,
biz her gün öğleden önce tüketmiş oluyoruz. Yazamıyorum, çünkü aklın ve
vicdanın sınırları tamamen yıkılmışken, ölüm ve şiddet günlük yaşamın bir
parçası gibi kanıksanmışken klavyenin tuşlarından ekrana dökülen kelimeler
yavan ve anlamsız geliyor artık.
Ne yazayım? Geçtiğimiz Pazar günü, küçük bir kız çocuğunun
henüz sevdayı tatmamış yüreciğinin devletin attığı havan topuyla
parçalanmasının beşinci yıldönümü olduğunu mu? Denedim. Anacığının
"Ceylanke parçe parçe!" diye haykırarak evladının ortalığa saçılan iç
organlarını eteğinde topladığını yazmaya çalıştım. Sonra Kobane'deki binlerce
insanı, sırf Kürt oldukları için İşid'e yem etmeyi "strateji" olarak
görenleri, katledilen canları ırklarına, dinlerine, mezheplerine göre kayıp ya
da kazanç hanesine yazanları düşününce utandım. Bakamadım resimdeki kocaman
kara gözlere. Yazamadım Ceylan'ı.
Bir ara orta öğretimde başörtüsünün serbest bırakılmasını
yazmayı düşündüm. Başbakanımsı Davutoğlu'nun gençlerin kararlarına saygı duymak
ve özgürlük konusundaki veciz sözlerini yorumlayayım dedim. Bir sene önce, dönemin
başbakanının miting meydanlarında vapurdan inen genç kızların etek boylarının
dedikodusunu yaptığı ve henüz birkaç ay önce dövmeleri yüzünden bir genç
futbolcuyu kameralar önünde azarladığı, Akepe Genel Başkan Yardımcısı'nın
televizyondaki sunucunun dekoltesini "kabul edilemez" olarak
nitelendirdiği ve akabinde sunucunun işten çıkartıldığı bir ülkede, 9 yasındaki
kız çocuklarının başlarının örtülmesini "özgürlük" olarak
tanımlamanın saçmalığını anlatacak sözcükleri bulamadım. (Burada bir parantez
açmak gerekiyordu: Özgürlük ve demokrasiyi sadece kendine dönük olarak
uygulamak Akepe iktidarının icadı değil. Onlar, kendilerinden önce gelen
vesayetçi iktidarlardan aldıkları feyz ile yola çıkıp, bu konuda tam anlamıyla
'usta' oldular. Zaten bugün, Akepe'nin neresinden tutsan elinde kalan iç ve dış
politikalarına rağmen hala iktidarda olmasının sebebi, bizim toplum olarak hala
demokrasiyi "kendi haklarını korurken, ötekini bastırmak, mümkünse yok
etmek" olarak yorumlamamız. Daha önce yazmamış olsaydım, bu konuyu
yazardım. "Kendine
Müslüman, Kendine Demokrat”)
Davutoğlu'nun özgürlük incilerinin üzerine bir de
Cumhurbaş(ba)kanı'nın zorunlu din dersi zırvalaması geldi ki, evlerden uzak.
Her türlü mantık kuralını darmadağın ederek, pozitif bilim eğitimiyle, son
derece kişisel ve göreceli bir kavram olan dinin empoze edilmesini
karşılaştıran RTE, kendini aştı bu sefer. Durmadı. Coştukça coştu uzun. Din
derslerinin kaldırılmasının terör ve uyuşturucu bağımlılığının artmasına sebep
olacağını söylediğinde, aklıma tekbir sesleri arasında kelle kesen "öfkeli
insan topluluğu" ve onların kaçak petrol satışına aracılık edip kasalarını
dolduran soysuzlar geldi. Afganistan'da
İslam adına, hasta çocuğunu doktora götürmek için tek başına evden çıkan kadını
vuran ve kurdukları şeriat rejimini finanse etmek için opyum ticareti yapan
Taliban'ı hatırladım. Gülmekle ağlamak arasında gittim geldim bir süre. Akıl
sağlığımı koruyabilmek için, RTE'nin kör cehaletle düz delilik arasında sıkışıp
kalmış zırvalıkları üzerine yazmaktan vazgeçtim.
Sonra tezkere olayı geldi gündeme. Silah ve sağlık yardımı
yaptıkları İD'e karşı daha düne kadar koalisyona girmeye bile yanaşmayan Akepe,
RTE'nin Amerika Birleşik Devletleri'ne yaptığı ziyaret sonrasında, ülkeyi
topyekün savaşa sokma hevesiyle, ucu açık bir tezkereyi meclise sundu. Tam
yazılacak konu. Sınırlarımızın dibinde terör estiren, İstanbul'un göbeğinde
üslenmesine, Türkiye'den cihat için gönüllü toplamasına izin verilen İD'ye
karşı mücadelede yer almak elbette doğru bir karar. Ancak görülen o ki, koalisyonla birlikte
hareket etmenin ötesinde, Türkiye'nin silahlı kuvvetleri, RTE'nin şahsi
ajandası için kullanılacak. Hala bölgede en etkin güç olmayı ve çok özendiği
"Dünya Lideri" sıfatına ulaşmayı hayal eden Erdoğan, bu amaca giden
her yolu mübah görüyor. Süleyman Şah türbesiyle ilgili gizli planların
tartışıldığı tapelerde ortaya çıkan manzara gerçek olmak üzere. Bugün mecliste,
550 milletvekili, kendilerinin ve çocuklarının gitmeyeceği bir savaş için verilen tezkereyi oylayacaklar. Kabul edilirse, milletvekili veya zengin olmayan
ana-babaların evlatları, birileri daha güçlensin diye ölüme gönderilecek ve
vatan için şehit oldukları söylenecek. "Devlet ne zaman cinayet işlemeye
hazırlansa, kendine 'vatan' der."
Midem bulandı. Bunu da yazamadım.
Konu çok, ama yazasım yok. İşin aslı, umudum yok. Bir
seylerin değişeceğine dair inancımı kaybediyorum. Yolsuzluk şaibeleriyle kirlenmiş, içerde ve dışarda tüm
politikalarının sefilliği ayyuka çıkmış bir hükümetin hala tek başına iktidar
olması elbette moral bozucu. Fakat asıl umudumu kıran, iktidarın çirkinliği,
kötülüğü değil; muhalefetin içinde bulunduğu içler acısı durum.
Hal böyleyken, pes etmek geliyor içimden. Vaz geçmek, kafamı kuma gömüp yokmuş gibi yapmak istiyorum. RTE yokmuş, çocuklar öldürülmüyormuş, savaş çığlıkları atılmıyormuş, ülkede bir toplu delilik hali hasıl olmamış, vicdan karaborsaya düşmemiş gibi. Zaten 5000 km uzaktayım. Gazeteleri okumayıveririm. Takip etmem memleket haberlerini. Siz sağ, ben selamet. Derken bir mesaj düşüyor telefonuma. Yeğenlerim resim göndermişler. Gülüşleri aydınlık. Gözleri ışık. Bir de Ceylan'ın gözleri var. Hayretle bakar gibi, kocaman gözleri. "Ceylanke parçe parçe!" Yazmak gerek. Yazıyorum.
MHPyi muhalefetten saymıyorum, çünkü Bahçeli, adeta
Akepe'nin muhalefetteki Truva atı. Muhalefetin bir tarafında sürekli değişimden
bahsedip bir türlü değişemeyen CHP var. Kemikleşmiş ulusalcı kadronun
etkisinden kurtulamayan, demokratikleşmeden bahsederken kadın kotasını
delegenin istemediği erkek aday için kullanmakta beis görmeyen, başka
partilerden oy çalma hevesiyle yolunu şaşırıp iyiden iyiye sağa kayan CHP.
Parti sağa meyillendikçe, tabanın bir kısmı küsüp gidiyor, kalanı da partinin
dümen suyunda, giderek daha milliyetçi bir çizgiyi benimsiyor. CHP'nin geldiği
nokta o kadar kendinden uzak ki, partinin tüm politikaları ve söylemleri aynı
kalıp sadece adı değişse, şu anda kendini CHP'li olarak tanımlayan seçmenlerin
ve milletvekillerinin yarısı bile o çatı altında kalmaz - ki bence olması
gereken de budur. Zira insan sadece kime karşı değil, kiminle birlikte mücadele
ettiğini de bilmeli. Akepe'nin diktatörlüğe çeyrek kalmış iktidarının karşıtı,
kendi kimliğini kollayıp diğer kimlikleri ötekileştirecek başka bir muktedir
olmamalı. Bu mücadeleyi ancak tek tip kimliği dayatan sistemi baştan aşağı
değiştirmeyi hedefleyen, halklara babalık değil, hizmet eden bir devlet kurmayı
amaçlayan insanlarla kazanabiliriz. Muhalefetin diğer tarafındaki HDP/BDP, daha
net konuşmak gerekirse Demirtaş, birkaç ay önce tam da bu söylemle çıktı
karşımıza. Fakat ne hikmetse, seçim sırasında arkasına aldığı rüzgarı kullanmak
şöyle dursun, seçim sonrasında HDP/BDP'nin yelkenini açmaya bile niyeti yok
gibi görünüyor. Yıllardır uzaktan yakından solu andıran bir hareket için
çaresizlik içinde CHP'den medet uman evsiz solcular, Demirtaş'ın söylemlerinde
bir ışık görüp umutlanmışken, Yeni Yaşam Çağrısı en beklenmedik kesimlerde
yankı bulmuşken, seçim sonrasında Demirtaş'ın ve partinin birdenbire hız kesip,
neredeyse tamamen ortadan kaybolması büyük hayal kırıklığı yarattı. Şahsi
görüşüm, Demirtaş'ın ön plana çıkmasının ve partinin bu kadar kucaklayıcı bir
söylem içine girmesinin, örgüt içindeki Kürt milliyetçileri tarafından hoş
karşılanmadığı. Bu da başka bir yazı konusu. Sonuç olarak, muhalefetin kendine
hayrı yok ki bize umut olsun.
Hal böyleyken, pes etmek geliyor içimden. Vaz geçmek, kafamı kuma gömüp yokmuş gibi yapmak istiyorum. RTE yokmuş, çocuklar öldürülmüyormuş, savaş çığlıkları atılmıyormuş, ülkede bir toplu delilik hali hasıl olmamış, vicdan karaborsaya düşmemiş gibi. Zaten 5000 km uzaktayım. Gazeteleri okumayıveririm. Takip etmem memleket haberlerini. Siz sağ, ben selamet. Derken bir mesaj düşüyor telefonuma. Yeğenlerim resim göndermişler. Gülüşleri aydınlık. Gözleri ışık. Bir de Ceylan'ın gözleri var. Hayretle bakar gibi, kocaman gözleri. "Ceylanke parçe parçe!" Yazmak gerek. Yazıyorum.
10/02/2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder