2 Ekim 2014 Perşembe

YAZAMADIKLARIM

Bir süredir yazı yazamıyorum. Zaman ya da konu sıkıntısı değil sorun. Zaten hep geceleri yazdığım için zaman bulmak zor değil. Konu desen, Türkiye o açıdan çok zengin. Ortalama bir ülkenin üç aylık gündemini, biz her gün öğleden önce tüketmiş oluyoruz. Yazamıyorum, çünkü aklın ve vicdanın sınırları tamamen yıkılmışken, ölüm ve şiddet günlük yaşamın bir parçası gibi kanıksanmışken klavyenin tuşlarından ekrana dökülen kelimeler yavan ve anlamsız geliyor artık.

Ne yazayım? Geçtiğimiz Pazar günü, küçük bir kız çocuğunun henüz sevdayı tatmamış yüreciğinin devletin attığı havan topuyla parçalanmasının beşinci yıldönümü olduğunu mu? Denedim. Anacığının "Ceylanke parçe parçe!" diye haykırarak evladının ortalığa saçılan iç organlarını eteğinde topladığını yazmaya çalıştım. Sonra Kobane'deki binlerce insanı, sırf Kürt oldukları için İşid'e yem etmeyi "strateji" olarak görenleri, katledilen canları ırklarına, dinlerine, mezheplerine göre kayıp ya da kazanç hanesine yazanları düşününce utandım. Bakamadım resimdeki kocaman kara gözlere. Yazamadım Ceylan'ı. 

Bir ara orta öğretimde başörtüsünün serbest bırakılmasını yazmayı düşündüm. Başbakanımsı Davutoğlu'nun gençlerin kararlarına saygı duymak ve özgürlük konusundaki veciz sözlerini yorumlayayım dedim. Bir sene önce, dönemin başbakanının miting meydanlarında vapurdan inen genç kızların etek boylarının dedikodusunu yaptığı ve henüz birkaç ay önce dövmeleri yüzünden bir genç futbolcuyu kameralar önünde azarladığı, Akepe Genel Başkan Yardımcısı'nın televizyondaki sunucunun dekoltesini "kabul edilemez" olarak nitelendirdiği ve akabinde sunucunun işten çıkartıldığı bir ülkede, 9 yasındaki kız çocuklarının başlarının örtülmesini "özgürlük" olarak tanımlamanın saçmalığını anlatacak sözcükleri bulamadım. (Burada bir parantez açmak gerekiyordu: Özgürlük ve demokrasiyi sadece kendine dönük olarak uygulamak Akepe iktidarının icadı değil. Onlar, kendilerinden önce gelen vesayetçi iktidarlardan aldıkları feyz ile yola çıkıp, bu konuda tam anlamıyla 'usta' oldular. Zaten bugün, Akepe'nin neresinden tutsan elinde kalan iç ve dış politikalarına rağmen hala iktidarda olmasının sebebi, bizim toplum olarak hala demokrasiyi "kendi haklarını korurken, ötekini bastırmak, mümkünse yok etmek" olarak yorumlamamız. Daha önce yazmamış olsaydım, bu konuyu yazardım. "Kendine Müslüman, Kendine Demokrat”)

Davutoğlu'nun özgürlük incilerinin üzerine bir de Cumhurbaş(ba)kanı'nın zorunlu din dersi zırvalaması geldi ki, evlerden uzak. Her türlü mantık kuralını darmadağın ederek, pozitif bilim eğitimiyle, son derece kişisel ve göreceli bir kavram olan dinin empoze edilmesini karşılaştıran RTE, kendini aştı bu sefer. Durmadı. Coştukça coştu uzun. Din derslerinin kaldırılmasının terör ve uyuşturucu bağımlılığının artmasına sebep olacağını söylediğinde, aklıma tekbir sesleri arasında kelle kesen "öfkeli insan topluluğu" ve onların kaçak petrol satışına aracılık edip kasalarını dolduran soysuzlar geldi.  Afganistan'da İslam adına, hasta çocuğunu doktora götürmek için tek başına evden çıkan kadını vuran ve kurdukları şeriat rejimini finanse etmek için opyum ticareti yapan Taliban'ı hatırladım. Gülmekle ağlamak arasında gittim geldim bir süre. Akıl sağlığımı koruyabilmek için, RTE'nin kör cehaletle düz delilik arasında sıkışıp kalmış zırvalıkları üzerine yazmaktan vazgeçtim.

Sonra tezkere olayı geldi gündeme. Silah ve sağlık yardımı yaptıkları İD'e karşı daha düne kadar koalisyona girmeye bile yanaşmayan Akepe, RTE'nin Amerika Birleşik Devletleri'ne yaptığı ziyaret sonrasında, ülkeyi topyekün savaşa sokma hevesiyle, ucu açık bir tezkereyi meclise sundu. Tam yazılacak konu. Sınırlarımızın dibinde terör estiren, İstanbul'un göbeğinde üslenmesine, Türkiye'den cihat için gönüllü toplamasına izin verilen İD'ye karşı mücadelede yer almak elbette doğru bir karar.  Ancak görülen o ki, koalisyonla birlikte hareket etmenin ötesinde, Türkiye'nin silahlı kuvvetleri, RTE'nin şahsi ajandası için kullanılacak. Hala bölgede en etkin güç olmayı ve çok özendiği "Dünya Lideri" sıfatına ulaşmayı hayal eden Erdoğan, bu amaca giden her yolu mübah görüyor. Süleyman Şah türbesiyle ilgili gizli planların tartışıldığı tapelerde ortaya çıkan manzara gerçek olmak üzere. Bugün mecliste, 550 milletvekili, kendilerinin ve çocuklarının gitmeyeceği bir savaş için verilen tezkereyi oylayacaklar. Kabul edilirse, milletvekili veya zengin olmayan ana-babaların evlatları, birileri daha güçlensin diye ölüme gönderilecek ve vatan için şehit oldukları söylenecek. "Devlet ne zaman cinayet işlemeye hazırlansa, kendine 'vatan' der."  Midem bulandı. Bunu da yazamadım.


Konu çok, ama yazasım yok. İşin aslı, umudum yok. Bir seylerin değişeceğine dair inancımı kaybediyorum. Yolsuzluk şaibeleriyle kirlenmiş, içerde ve dışarda tüm politikalarının sefilliği ayyuka çıkmış bir hükümetin hala tek başına iktidar olması elbette moral bozucu. Fakat asıl umudumu kıran, iktidarın çirkinliği, kötülüğü değil; muhalefetin içinde bulunduğu içler acısı durum.

MHPyi muhalefetten saymıyorum, çünkü Bahçeli, adeta Akepe'nin muhalefetteki Truva atı. Muhalefetin bir tarafında sürekli değişimden bahsedip bir türlü değişemeyen CHP var. Kemikleşmiş ulusalcı kadronun etkisinden kurtulamayan, demokratikleşmeden bahsederken kadın kotasını delegenin istemediği erkek aday için kullanmakta beis görmeyen, başka partilerden oy çalma hevesiyle yolunu şaşırıp iyiden iyiye sağa kayan CHP. Parti sağa meyillendikçe, tabanın bir kısmı küsüp gidiyor, kalanı da partinin dümen suyunda, giderek daha milliyetçi bir çizgiyi benimsiyor. CHP'nin geldiği nokta o kadar kendinden uzak ki, partinin tüm politikaları ve söylemleri aynı kalıp sadece adı değişse, şu anda kendini CHP'li olarak tanımlayan seçmenlerin ve milletvekillerinin yarısı bile o çatı altında kalmaz - ki bence olması gereken de budur. Zira insan sadece kime karşı değil, kiminle birlikte mücadele ettiğini de bilmeli. Akepe'nin diktatörlüğe çeyrek kalmış iktidarının karşıtı, kendi kimliğini kollayıp diğer kimlikleri ötekileştirecek başka bir muktedir olmamalı. Bu mücadeleyi ancak tek tip kimliği dayatan sistemi baştan aşağı değiştirmeyi hedefleyen, halklara babalık değil, hizmet eden bir devlet kurmayı amaçlayan insanlarla kazanabiliriz. Muhalefetin diğer tarafındaki HDP/BDP, daha net konuşmak gerekirse Demirtaş, birkaç ay önce tam da bu söylemle çıktı karşımıza. Fakat ne hikmetse, seçim sırasında arkasına aldığı rüzgarı kullanmak şöyle dursun, seçim sonrasında HDP/BDP'nin yelkenini açmaya bile niyeti yok gibi görünüyor. Yıllardır uzaktan yakından solu andıran bir hareket için çaresizlik içinde CHP'den medet uman evsiz solcular, Demirtaş'ın söylemlerinde bir ışık görüp umutlanmışken, Yeni Yaşam Çağrısı en beklenmedik kesimlerde yankı bulmuşken, seçim sonrasında Demirtaş'ın ve partinin birdenbire hız kesip, neredeyse tamamen ortadan kaybolması büyük hayal kırıklığı yarattı. Şahsi görüşüm, Demirtaş'ın ön plana çıkmasının ve partinin bu kadar kucaklayıcı bir söylem içine girmesinin, örgüt içindeki Kürt milliyetçileri tarafından hoş karşılanmadığı. Bu da başka bir yazı konusu. Sonuç olarak, muhalefetin kendine hayrı yok ki bize umut olsun. 

Hal böyleyken, pes etmek geliyor içimden. Vaz geçmek, kafamı kuma gömüp yokmuş gibi yapmak istiyorum. RTE yokmuş, çocuklar öldürülmüyormuş, savaş çığlıkları atılmıyormuş, ülkede bir toplu delilik hali hasıl olmamış, vicdan karaborsaya düşmemiş gibi. Zaten 5000 km uzaktayım. Gazeteleri okumayıveririm. Takip etmem memleket haberlerini. Siz sağ, ben selamet. Derken bir mesaj düşüyor telefonuma. Yeğenlerim resim göndermişler. Gülüşleri aydınlık. Gözleri ışık. Bir de Ceylan'ın gözleri var. Hayretle bakar gibi, kocaman gözleri. "Ceylanke parçe parçe!" Yazmak gerek. Yazıyorum.

10/02/2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder