17 Ekim 2014 Cuma

ELLERİ KIRILSIN!

Devlet istatistiklerinde kadın cinayetleri edilgendir: Eylül ayında 27 kadın öldürüldü. 
Oysa Bianet'in erkek şiddeti çeteleleri etken cümlelerle tutulur.  Katil de bellidir, maktul de: Eylül ayında erkekler 27 kadın öldürdü. 
Erkek katilleri edilgen cümlelerin gizli öznelerinin ardına saklayıp kadınları öldürülmekle yalnız bırakan devlet, geçtiğimiz gün sorunun çözümünü, yine edilgen bir cümlenin gizli öznesine havale etti: Elleri kırılsın,

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam'ın kadına karşı şiddet konusunda uygun gördüğü çözüm buydu: Elleri kırılsın.  Bakan Islam, katil erkeklerin ellerini kimin kıracağı konusuna açıklık getirmediyse de, öldürülen kadınları suça ortak etmekten geri kalmadı. “İnsan kabahat işleyebilir suç da işleyebilir ama hiçbir suçun cezası ölüm değildir."  Tabii ya... Dayak var mesela, cennetten çıkma.  Ne bileyim, ev hapsi olabilir.  Kalıcı iz bırakmamak kaydıyla işkence de bir seçenek. Hatta 43 yerinden tornavidayla delik deşik etmek bile, olay sosyal medyaya intikal etmedikçe, hoş görülebilir. Ne gerek var öldürüp de başımızı ağrıtmaya?  Elleri kırılsın!

Kadına şiddete kör Bakan Ayşenur İslam'ın soruna çözüm olarak mahallenin tonton teyzesi edasıyla ettiği "çözüm bedduası" ve verdiği içler acısı demeç, tam da AKP'nin Yeni Türkiyesi'ne yakışır bir sosyal politika.  Kadınların özgürlüğü, toplumların sosyal ve kültürel gelişmesinin temel taşlarından biri, belki de en önemlisi.  Bu yüzden kadını sosyal hayattan tecrit edip, mutfakla yatak odasından oluşan bir yaşam alanına hapsetmek  Katolik Kilisesi'nden Taliban rejimine, tüm otoriter yönetimlerin öncelikli amaçlarından biri olmuştur.  Hitler kadınların hayatlarının ibadet, çocuk doğurmak ve yemek yapmaktan ibaret olması gerektiğini düşünürdü.  Erken evlenenlere, çok çocuk doğuranlara imtiyazlar sağlayan diktatör, kadınların makyaj yapmalarına, gösterişli giyinmelerine karşı olduğunu açıkça belirtmiş, tekstil endüstrisini bile bu doğrultuda üretim yapmaya teşvik etmişti.  RTE ise, aynı yaklaşım üzerine kurulu kadın politikalarıyla daha radikal sonuçlar hedeflemekle beraber, bu politikaları "demokratikleşme" adı altında uygulamaya koyuyor.  9 yasındaki kızların başörtüsü "özgürlükleri" savunulurken, devletin en yetkili ağızlarının muhafazakar görüşe aykırı giyinen ve davranan kadınları açıkça iffetsizlikle suçlaması, kanunda yapılan "iyileştirmeler" sonucunda mahkemelerin kadına karşı şiddet, taciz ve tecavüz davalarında tayt giymekten kırmızı ruja kadar, iktidarın onaylamadığı yaşam tarzını temsil eden her şeyi hafifletici sebep olarak görmesi AKP iktidarının 12 senedir kadınlara karşı yürüttüğü istikrarlı politikanın parçaları.  Verilmek istenen mesaj çok açık: Hükümetin tasvip ettiği şekilde yaşamayan kadınlar, başlarına gelecek olanlardan kendileri sorumludur.

Mahalle baskısı ve algı yönetimiyle toplumun her kesimine iletilen bu mesajın en çarpıcı etkileri şüphesiz ki görsel ve yazılı medyada görülmekte.  Geçtiğimiz aylarda mesajı almış ve içine sindirmiş bir kadın sunucu, canlı yayında, boşanmak isteyen eşinin bedenine 43 kez tornavida saplamış bir caniyi canlı yayına çıkarmakla kalmadı, öldürmeye teşebbüs ettiği eşine "delice aşık" olduğuna kefil olup, 15 senelik işkence, sayısız ölüm tehdidi ve 43 tornavida darbesinden sonra mucize eseri hayatta kalan kadını, celladıyla barıştırmaya çalıştı.  Birkaç hafta sonra bir başka kadın sunucu, iki eşini öldürüp üçüncüyü bulmak için evlilik programına katılan "güleryüzlü" katili alkışlattıktan sonra, kendisini eleştirenlere (bir kadın milletvekili dahil), tam da ustasının ağzıyla, tehditler savurdu.  Son olarak, geçtiğimiz gün, bir kadın yazar, gazetedeki köşesinden, 17 yaşındaki sevgilisinin kafasını testereyle kesen ve hapishanedeyken intihar eden katilin yasını tutarken, katile haksızlık yapıldığını yazdı. 

Perihan Mağden'in Cem Garipoğlu güzellemesi kadın katillerinin minnetle okuyup, çerçeveletip duvarlarına asacakları türden bir yazı.  Mağden, Cem'in Münevver'e "delice aşık" olduğunun altını çizmiş kalın kalın. Tıpkı aşkını 43 tornavida darbesiyle ispatlayan Yakup Kara gibi.  Ve çok pişmanmış Cem.  Kendini öldürecek kadar.  Çünkü Cem'in vicdanı varmış, kalbi varmış.  Ailesinin parasını ve imtiyazlarını kullanarak polisten kaçtığı 197 gün boyunca Cem'in vicdanının ve kalbinin nerede olduğunu bilmiyoruz.  Fakat Cem mahkemede pişmanlığını beyan etmiş.  Tıpkı öldürdüğü iki eşini suçlayan, ama yine de "pişmanım" diyen Sefer Çalınak gibi.  Ve Perihan Mağden ikna olmuş; Cem'in bir cana kıydığı için değil, bunun sonucunda 24 sene hapis yatacağı için pişman olduğuna ihtimal bile vermemiş.  Bir yandan katili aklamak için canla başla çırpınan Mağden, inceden inceye Münevver'in de sütten çıkmış ak kaşık olmadığına ikna etmeye çalışmış okuyucuyu. Nankörlükten aldatmaya, hafif meşreplikten tahrike birçok örneklemeyle, tam da Bakan İslam'ın dediği gibi, kabahatli, suçlu kadın profilini çizmiş.  Uzman psikiyatristlerin verdiği sağlam raporunu hiçe sayarak Cem'in ruh sağlığının bozuk olduğuna kesin kanaat getirdiği gibi, hiçbir dayanağı olmayan, tamamen yanlış bilgilerle, ABD'de olsaydı Cem'in "(en fazla) beş yıl üç ay falan akıl hastanesinde yatıp, 'tedavisi tamamlandı' kararıyla, şartlı olarak tahliye" edileceğini de yine kesin bir dille iddia etmiş.  Oysa zahmet edip Google'da beş dakikalık bir araştırma yapsa, ABD'de her eyaletin kanunlarının farklı olduğunu, bazı eyaletlerde (Teksas, Florida) ileri derecede zeka geriliği veya ruhsal bozukluğu olduğu ispatlanmış suçluların bile idam cezasına çarptırıldığını öğrenebilirdi. Belli ki gerçeklerle vakit kaybetmek istememiş Perihan Mağden.  Genç bir kadınının katlini meşrulaştırma misyonuna nasıl kaptırmışsa kendini, önce Münevver'in ailesini intikama doymamakla suçlamış, hızını alamayıp Eski Ahit'ten dem vurmuş.  Fakat ne hikmetse, 10 Emir'den birinin "Öldürmeyeceksin" olduğundan hiç bahsetmemiş.  Belki marjinallik uğruna, belki gerçekten pusulayı fena halde şaşırmış bir vicdan muhasebesiyle yazmış da yazmış Perihan Mağden.

Perihan Mağden, Songül Karlı, Seda Sayan gibi kadınlar, televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde ucuz betimlemelerle kurbanları değersizleştirip suçladıkça, katilleri pek sevecen ve mutlaka çok pişman gizli kurbanlar olarak tanımladıkça kadına olan şiddeti meşrulaştırdıklarını ya fark etmiyorlar, ya umursamıyorlar.  Her iki şekilde, din, gelenek ve görenek unsurlarıyla perçinlenen kadın karşıtı hükümet politikalarının gönüllü sözcülüğünü üstlenerek önce şiddete karşı verilen mücadeleye, ama en çok ve en önemlisi, kendi kadınlıklarına ihanet ediyor, kadın kimliklerini kendi elleriyle yok ediyorlar.  Erkek egemen kültürün yılmaz neferleri kesilirken, dışları değilse de içleri erkeğe, hem de erkeğin en kötü, en çirkin haline dönüşüyor.  "Babası kızına sahip çıksaydı öldürülmezdi" diyen erkek emniyet müdürü, "Kızı bırakırsan ya davulcuya, ya zurnacıya" diyen erkek başbakan oluyorlar.  


Ve edilgen cümlelerle katil erkekleri gözlerden ırak köşelere saklayıp, kadınları öldürülmenin öznesi kılan devletin aciz bakanı, son 10 yılda %1400 artan kadına şiddet sorununu gizli bir güce havale ediyor: Elleri kırılsın!  

(18/10/2014 Jiyan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder