13 Ekim 2014 Pazartesi

ULUSAL SAMİMİYET


Yeni Türkiye'nin Cumhurbaş(ba)kanı, hayatının en gururlu dönemini yaşıyor olmalı. 12 senedir özenle ektiği kin ve nefret tohumları artık meyvelerini vermeye başladı. Varto'da, Batman'da, Diyarbakır'da Esenyurt'ta, Adana'da, ülkenin dört bir yanında yaşanan sokak çatışmaları, RTE için adeta hasat vaktinin müjdecisi. Halklar istenen kıvama gelmek üzere.  Devletin askerini, polisini fazlaca yormadan, artık sokakta birbirlerini kırmaya başladılar. Tüm yalanlarına ve ısrarlı kışkırtmalarına rağmen Gezi'den bir Müslüman-Laik çatışması çıkartamayan muktedir, bu kez Kobane fırsatını kaçırmadı ve Kürt-Türk kavgasını sokağa taşımayı başardı. RTE'nin bu başarısında (!) sınır tanımaz iktidar hırsının yanında, AKP tabanının, muhalefetteki truva atı MHP'nin, ve gerek Türklerin gerekse Kürtlerin içindeki aşırı milliyetçilerin payı da var elbette.  Ancak padişah özentisinin Yeni Türkiye formülünün gizli  malzemesi, bir yandan AKP'nin İslam faşizmiyle canla başla mücadele ederken, bir yandan parti-devletin ucuz provokasyonlarına sektirmeden atlayarak RTE'nin ekmeğine yağ süren ulusalcılardı. 

Demokrasinin ancak elinde Türk bayrağı ve Atatürk posteri, dilinde Andımız ve İstiklal Marşı olanların hakkı olduğuna inanan ulusalcı kesim, Türkiye tarihinin en kapsamlı ve sağlam demokrasi hareketi olan Gezi'yi de tekeline almaya çalışarak, Kürt hareketinin bu direnişin bir parçası olmadığını ısrarla savundu.  Oysa Gezi'nin gücü tüm ezilmiş kimlikleri birleştirmesiydi.  Bambaşka davaların insanları özgürlük ortak paydasında buluşup elele direnirken, penguen medyasının gerçek yüzünü görüp, belki de ilk kez yıllardır kendilerine anlatılanların gerçekliğini sorguluyor, ezberler bozuluyordu.  Barışın kapalı kapılar ardındaki gizli pazarlıklarla değil, gerçek anlamda halkların arasında filizlenmesi için bir şanstı bu. Yaraları birlikte sarmak, yıllardır politikacıların ağzında çirkin bir yalana dönüşmüş olan halkların kardeşliğini yeniden gerçek kılmak için bir fırsattı.  Ne var ki ulusalcılar, kafalarındaki kalıpların dışına çıkamadılar. Direnişin en etkin olduğu dönemde, Güneydoğu'daki ayaklanmaları ötelediler, Gezi'den ayrı tuttular.  Batı'da plastik mermiler kullanan devlet faşizmine ettikleri isyan, Lice'de gerçek mermilerle halkın üzerine ateş açıldığında "ama" ile başlayan zavallı cümlelerin ardında kaldı.  "Ama"larla muktedirin zulmüne verdikleri  pasif desteğin, kendi canlarını da yakan faşist rejimi besleyip güçlendirdiğini görmediler, görmek istemediler.  Bir yandan yıllardır devletin zulmüne karşı yalnız bırakılmanın verdiği güvensizlik, bir yandan da tamamen AKP'nin tekelinde kalan barış sürecini tehlikeye atma endişesiyle Gezi hareketine başlangıçta çekinceyle yaklaşan Kürt halkı ise, tam direnişe ısınmak üzereyken, bu tavır karşısında geri adım attı. Demirtaş'ın "Gezi'deki darbe unsurları" sözleri de ulusalcıların ellerine koz, dillerine pelesenk oldu.  Sonradan yapılan açıklamalar durumu düzeltmeye yetmedi. Sonuçta Kürt hareketi Gezi'yi, Gezi de Kürt hareketini sahiplenemedi ve Türkiye için tarihi bir fırsat kaçtı.  

Yerel seçimlerden sonra durulan aktif sokak hareketinin ardından, Demirtaş'ın cumhurbaşkanlığı adaylığı dolayısıyla yaptığı Yeni Yaşam Çağrısı, Kürt kelimesine karşı refleks olarak "vatan bölünmez" çığlıklarıyla bayrağa sarılan ulusalcıları ters köşeye yatırdı, bütün klişelerini yerle bir etti. 

"Bölücüler!" dediler.  Demirtaş, Kürt hareketinin siyasi kanadının en üst noktasından, üstelik ülkenin her köşesinden duyulacak kadar yüksek sesle "Bölünmek istemiyoruz" diye seslendi.  "Ülkeyi bölmek için cumhurbaşkanlığı pek uygun bir makam değil." 

"Şehit kanı" dediler, "tek millet, tek devlet" dediler.  "Acıları yarıştırmayalım, ortaklaştıralım" dedi.  Her iki tarafın da geçmişin hatalarıyla yüzleşip güzel bir geleceği birlikte kurmasını önerdi.  Tüm kimliklerin eşit olarak, barış ve özgürlük içinde bir arada yaşamasını sağlayacak somut çözümler sundu.

Diyecek sözleri kalmadığında, "samimiyetsiz" dediler. Şu samimiyet meselesini etraflıca konuşmakta fayda var.  Tarafsız bir şekilde ölçülmesi ve ispatı imkansız, soyut bir kavram samimiyet.  Kırk senedir ötelenmekten kırgın, kırkbin kez öldürülmekten yorgun bir halkın barış isteğinde samimi olduğunu göstermesi için ne yapması gerekir?  Bir de madalyonun diğer yüzü var.  Kürt halkını samimiyetsizlikle itham edenler, kendi samimiyetlerini göstermek için ne yaptılar?

Kürtler birer ikişer değil, onar yirmişer katledilir, toplu mezarlara gömülür, asit kuyularına atılırken, köyleri yakılırken, çocuğu, kadını erkeği her türlü zulüm  ve işkenceye maruz kalırken kör ve sağır olanlar, Kürtler'in Gezi'ye verdikleri desteği ne kadar samimiyetle sorgulayabilirler?  Bir yandan hükümetin İslami terör örgütü Işid'e verdiği desteği protesto ederken, öte yandan bu terör örgütünün sınırımızın 1 km ötesinde binlerce Kürt'ü katletmesine çanak tutan vicdan ve akıl yoksunu hükümet politikasını desteklemek midir samimiyet?  Yoksa Kürt halkına karşı yapılan her türlü ayrımcılığı "PKK terör örgütü" bağlamında açıklamaya çalışırken, PKK'yı yaratan ve varlığını sürdürmesini sağlayan devlet politikalarını görmezden gelmek mi?  Polisin katlettiği 14 yaşındaki Berkin'in, silahsız direnişçi Ethem'in terörist ilan edilmesine lanet edip, Güneydoğu'da polis ve işbirlikçi siviller tarafından öldürülen 40 vatandaşımızı hiç tereddütsüz terörist olarak yaftalarken samimiyetten nasıl bahsedilir?  Ya da Gezi'de polise molotof atan gösterici kılığındaki provokatörleri gördükten, "gerekirse Suriye'ye dört adam gönderip sekiz füze atarak" ülkeyi savaşa sürükleme planlarını dinledikten sonra, bayrak indirme, büst yakma, yağmalama olaylarının provokasyon olma ihtimalini bile göz önüne almazken?  

Geçin bunları bir yol.  Samimi olacağız madem, önce samimiyetle şu soruya cevap versin herkes:  Hiçbir halkın bir diğerinden üstün olmadığı; eşitliğin ve özgürlüğün bir kimlik tarafından bir diğerine bahşedilen bir lütuf değil, demokrasinin şartı, her bireyin doğal hakkı olduğu; kimsenin var olmak için kimliğinden, kültüründen, geçmişinden vazgeçmeye zorlanmadığı bir ülkede, barış ve kardeşlik içinde yaşamak için, geçmişi unutarak değil, geçmişten öğrenerek yeni bir başlangıç yapmaya hazır mısınız?  Evet diyenler ezberlerini ve önyargılarını kapının dışında, sağ tarafta bırakıp içeri buyursunlar.  Hayır diyenler de başkalarını suçlamak yerine kendi samimiyetsizlikleriyle yüzleşsinler.  

(13/10/2014 Jiyan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder