2 Temmuz 2014 Çarşamba

YARADILANI YAKTILAR YARADAN'IN ADIYLA

New York'ta LGBT onur yürüyüşü tam bir festival havasında geçer. Olağanüstü guzellikte kostümler, binbir emekle süslenmiş araçlar, dans gösterileriyle gerçek bir görsel ziyafet. Ve sloganlar... Her sene birbirinden yaratıcı, hınzır sloganlar bulunur. Pankartlar, afişler, lolipoplar hazırlanır. Mesela bu sene, son zamanlarda giderek artan sünnet karşıtı grupların hazırladığı, gözlerini faltaşı gibi açmış bir bebek resminin üzerine "Neyimi kesecekler?!?!" yazılı pankart en sağlam sünnet savunucularını bile düşündürmese de güldürdü. Bence 2014'ün en çarpıcı görüntüsü ise, yürüyüşe katılan pek çok kilise ve din kuruluşunun ortasında yürüyen bir kadının taşıdığı "Tanrı nonoştur" (God is queer) yazılı pankarttı. Üstelik bu genç kadın "ateyiz" filan değil, katılımcı kiliselerden birinin mensubuydu. Amacı hiç bir şekilde Tanrı'ya hakaret etmek veya "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak" (Fazıl Say'a selam olsun) değildi. Eşcinselliğin bir kusur, hastalık, ya da cinsel sapkınlık değil, heteroseksüel kadın ve erkek kadar "normal" bir cinsiyet olduğunun altını çizerek, Tanrı'nın her insan gibi eşcinsellerin de yaratıcısı, esirgeyicisi ve kurtarıcısı olduğunu, hafif şiddette bir tokat tadında, şakayla karışık çarptı insanların yüzüne. Ve inanmayacaksınız belki, ama bir Allah'ın kulu da çıkıp bu "münafık" kadını diri diri yakmaya kalkışmadı. 


Çok değil, 21 sene önce, benim ülkemde, hani şu "laik, demokratik" Türkiye Cumhuriyeti'nde, bir grup (insan demeye elim, dilim varmıyor) yaratık, sırf kendileri gibi inanıp ibadet etmiyorlar diye, 35 yaradılanı yaktılar Yaradan'ın adıyla. Dönemin emniyet müdürü, valisi, komutanları, hükümet yetkilileri ve dahi cumhurun başı, saatler boyu, gözü dönmüş kalabalık tarafından otelde kuşatılan insanların yardım çığlıklarına kulak tıkadılar. Kıyasıya bir futbol maçını radyodan dinler gibi, an be an gelişmelerden haberdar oldukları halde bu katliama seyirci kaldılar. 21 sene önce bugün, benim ülkemde 35 insan, egemen erkten farklı düşündüğü, farklı inandığı, farklı konuştuğu için, Ortaçağ'ın cadı avlarına taş çıkartan bir hunharlıkla, diri diri yakıldılar. Yakanlar aklandı, aklayanlar terfi etti, terfi ettirenler aklamanın vatana millete hayırlı olmasını buyurdu. Ve İslam faşizmi bu maçı 35-0 kazandı. 
Ülkemin "laik ve demokrat" vatandaşları, dehşet, öfke ve acı içinde, bu vahşetin kaynağının kökten dincilik olduğuna kanaat getirip, bu musibetin başını ezmek için amansız bir savaş başlattılar. Bu melun hastalığı kökünden kurutmak için her yolu mübah belleyerek askeri vesayeti körüklemekte bir beis görmediler. Oysa kökten dincilik, ülkenin pençesine düştüğü elim hastalığın kendisi değil, belirtilerinden sadece biri. Hastalığı tedavi etmek için önce teşhisi doğru koymak gerek. Ülkemizde güçlü bir faşizm salgını var. Radikal İslam, mezhepçilik, elbette ırkçılık, kadına karşı siddet, homofobi, askeri ve sivil vesayet, Türk ve Kürt milliyetçiliği, Kemalizm ve Bush yönetiminin dahiyane buluşu "ılımlı İslam" hep bu hastalığın belirtileri. Yanlış teşhis sonucu hastalığın belirtilerinden birini yok etmek amacıyla diğerlerini beslemek, virüsün güçlenmesini ve mevcut tedavi yöntemlerine karşı bağışıklık geliştirmesini sağlıyor. Bu hastalıktan kurtulmanın tek yolu, vücudun her organının eşit ve doğru beslenmesi ve bolca vicdan takviyesi.

Faşist yönetimlerde, bir kimlik diğerleri üzerinde, kendi mutlak kutsallarına dayanarak egemenlik kurar. Bu mutlak kutsallar, egemen erke diğer kimlikleri ezme, yok sayma, mümkünse yok etme ehliyeti verir. Zamana, mekana ve şartlara göre değişebilen kutsalların ortak noktaları tartışılmaz olmaları ve insan hayatından değerli sayılmalarıdır. Nazi Almanyası'nın mutlak kutsalı ari ırktı, Sivas'ınki Sünni İslam. Güneydoğu'da vatan toprağının kutsallığına dayandırılan devlet terörünün karşısına, Kürt milliyetçiliğini kutsallaştıran PKK çıkar. Ve Lice'deki ucuz piyeste bayrağa tapanların "kafasına sık" çığlıkları, Madımak otelinin önündeki tekbir seslerine ne kadar da benzer. Çünkü şekli şemali, adı sanı değişse de, faşizm öğretisinde benim kutsalıma benim gibi tapmayanın katli vaciptir.

Faşizmin mutlak kutsalları insanı insandan ve insanlıktan uzaklaştırır. Elbette manevi değerlerimiz olacak ve biz bunlara sahip çıkacağız. Ancak bu değerlere değer katanın ne olduğunu akıldan ve vicdandan çıkarmamak gerek. Vatanın her karış toprağında yaşananlarla yüzleşmeden, vatanın bölünmezliğini savunmak şovenist bir ezberdir ancak. Berkin'in kafasına sıkılan gaz fişeğinin hesabını sorarken, Ugur'un vücudundan çıkan 13 kurşunu bilmezden gelir, Ali İsmail'in, Abdocan'ın, Ethem'in katilleri bulunsun derken, gözaltında işkenceyle öldürülen, kemikleri 18 sene sonra bulunan 13 yaşındaki Seyhan'ın hikayesini duymak istemezsek, o coğrafyaya vatan deme hakkını yitirmiş oluruz. Çünkü bayrakları bayrak yapan altındaki candır; ve toprak üstünde insanca yaşanıyorsa vatandır.

(07/02/2014 Muhalif Gazete)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder