9 Temmuz 2014 Çarşamba

KAHROL! KAHROL! KAHROL!

Dört yeğenim var benim, her biri ayrı kıymetli, yüreğimin ayrı bir köşesi...  Kızlar ikiz. 15 olduklarına inanasım gelmiyor, ama öyle. Okuma yazma öğrendiklerinden beri günlük tutarlar.  Babaannelerinden öğrendikleri pek çok güzellikten biri.  Günlük bu; özeldir, okunmaz.  Ama bundan 4-5 sene önceydi sanırım, bir bahaneyle izin aldım, günlüklerinde onların seçtiği birer sayfayı okudum. Biri matematik sınavından düşük aldığına hayıflanmış, öbürü kardeşine kızmış, kimbilir neden.  Babalarıyla gezmeye gittiklerini, annelerinin aldığı yeni elbiseleri anlatmışlar. Hepi topu bunları yazmış Elif ve Zeynep.  Hepi topu bunları  yazmalı on yaşındaki kızlar günlüklerine.

Bir de Z.C.E.'nin günlüğü var.  Hiç benzemiyor bizim kızların günlüklerine.  Doğum kontrol hapı var onun günlüğünde.  Uyuşturucu var.  "Anneciğim senin dediğini yapacağım hani sen demiştin ya, kendine de zarar ver demiştin ya dediğini yapacağım" yazıyor on yaşındaki kızlara has yuvarlacık el yazısıyla, noktalama işaretsiz, ve ümitsiz bir cümlede.  Sonra annesine söyleyemediği öfkesini günlüğüne haykırıyor "Günlük seni hiç sevmiyorum.  Kahrol. Kahrol. Kahrol."  


Z.C.E. on yaşında.  İddiaya göre yedi yaşından itibaren, iki sene boyunca sistemli bir şekilde polisler tarafından tecavüze uğramış, üstelik annesinin aracılığıyla!  Sadece ona da değil; olay sırasında iki ve dört yaşlarında olan kardeşlerine de...  Böyle bir kötülüğün varlığını anlayamayanlar, anlamak istemeyenler için tekrarlayalım: Diyarbakır'da üç polisin, en büyüğü yedi yaşında olan üç kızkardeşe, iki sene boyunca sürekli olarak tecavüz ve işkence ettiği iddia ediliyor.

İddialar doğru mu bilmiyoruz.  Adı üstünde, iddia.  Ancak görünen o ki, üç çocuğun tüyler ürperten, iç bulandıran detaylarla anlattıkları iki sene süren tecavüz iddiası, sado-mazo porno filmlerinden alıntı Kabataş fantezisi kadar bile dikkate alınmamış devlet nezdinde.  Kabataş'ta ol(may)anları olanca çıplaklığıyla gösteren kamera kayıtlarına rağmen "beyan esastır" diye tepinenler, üç kızkardeşin beyanlarına kör, sağır, dilsiz kalmışlar.  Sebep zanlıların polis olması mı, mağdurların Diyarbakır'da olması mı?  c) Hepsi?

İddianın inandırıcılığına gelince, en kabadayısı on yaşında olan üç çocuğun uyduramayacağı kadar korkunç anlatılanlar.  Z.C.E.'nin günlüğüne yazdıkları ve yaptığı ev resimlerinin hepsinin üzerinde "Eğil İlçe Karakolu" yazması gibi göz ardı edilmemesi gereken noktalar, kör bakan gözlerin ta ardına atılmışlar.  Zira Diyarbakır Çocuk Savcısı Kenan Yıldırım, Z.C.E.'nin günlüğünü soruşturma kapsamına almamış bile.  Aynı şekilde savcılık, Z.C.E'ye Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesi'nin verdiği "Birçok kez cinsel istismara maruz kaldığı ve bu olaylardan sonra içe kapanma ve isteksizlik duygularının oluştuğu belirlenmiştir" yolundaki psikiyatri kanaat raporunu da yok saymış.

Devlet  yetkilileri bu iddiaya her seviyede kayıtsız kalmış.  İçişleri Bakanı Efkan Ala, BDP Milletvekili Altan Tan tarafından verilen soru önergesine cevap vermeye tenezzül buyurmamış.  TBMM kayıtlarında önerge için "Süresi İçinde Cevaplandırılmadığından Gelen Kağıtlarda Yayımlandı" yazıyor.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı nezdinde de çocuklara yönelik herhangi bir koruma kararı ya da girişiminde bulunulmamış.  Çocuk evliliklerine "masumane" diyen, erkekler bir günde üç kadını öldürdüğünde sessiz kalan Bakan Ayşenur İslam, bu konuyu da araştırma gereği duymamış.

Tecavüz iddialarını aceleyle savuşturan devlet, bir de yaranın üstüne tuz basarak, çocukların babası M.N.E.'yi tutuklamış, hakaret ve iftira suçlarıyla yargılamış, toplam 17 ay 15 gün ertelenmiş hapis cezasına çarptırmış. Diyarbakır Valiliği bu utanç verici durumu, marifetmiş gibi bir basın açıklamasıyla halka duyurmuş.

Bu noktada, iddiaların inandırıcılığının yanı sıra, bir de gerekçe sorusu takılıyor akla. Çocukların babası M.N.E. neden aldığı tehditlere ve ertelenmiş hapis cezasına rağmen, üstelik evlatlarını afişe etmeyi göze alarak inatla iddialarını tekrarlasın? Mantığa uygun hiç bir sebep görünmüyor. Bulan varsa beri gelsin.

Gerçekleri öğrenmek ancak kapsamlı bir soruşturmayla mümkün.  O zamana kadar önümüzde inanabileceğimiz iki senaryo var: M.N.E. ya iğrenç yalanlarla çocuklarının beynini yıkayan bir akıl hastası, ya da karşılaştığı her güçlüğe rağmen, çocuklarının hakkını hukuk yoluyla aramakta direnen bir baba. Her iki durumda da, en azından çocukların beden ve ruh sağlığı açısından, iddiaların şu ana kadar olduğundan çok daha ciddi şekilde araştırılması şart.

Bunun için "devlete ve onun adaletine güvenelim" diyebilmeyi çok isterdim. Ancak maalesef devletin tecavüz davalarındaki sicili birbirinden kara sayfalarla dolu. 13 yaşındaki N.Ç.'nin "kendi rızasıyla" 26 yetişkinin tecavüzüne uğradığını söylerken utanmadı bu devlet.  Mahkemelerin "yükünü azaltmak" için kurbanıyla evlenen tecavüzcülerin davalarını düşürüp, ömür boyu tecavüze mahkum etti nice kızı, kadını.  Bekaret bozulmadığı sürece tecavüzü yok sayarak kudretinin sınırlarını kızlık zarıyla çizdi. Ve ceza indirimi ya da beraat kararı verilen her mahkemede tecavüz kurbanlarıyla beraber adaletin de tekrar tekrar ırzına geçti.

İşte bu yüzden, sadece Z.C.E. ve kardeşleri için değil, tüm tecavüz kurbanları için, hep birlikte bu işin takipçisi olmak zorundayız. Keyfimiz kaçmasın, rahatımız bozulmasın diye tecavüzün çirkin yüzünü gördüğümüzde kafamızı çevirmek yerine, gözlerimizi dikip, öfkeyle üzerine gitmeliyiz.  Ama mutlaka öfkeyle çünkü öfke tam da bu anlar için gerekli bize, mücadeleyi canlı tutmak için...  El kadar çocukların ve savunmasız kadınların, yetişkin erkeklerin acımasız şiddeti altında yaşadıkları tecavüz acısını ta içimizde hissederek öfkelenmeliyiz.  Çığlıkları beynimizde yankılanırken öfkeden içimiz kavrulmalı. Gerçek ortaya çıkana, suçlular cezalandırılana kadar, ama daha ve en önemlisi, bu ülkede tecavüzü ve cinsel tacizi yok sayan, adeta ödüllendiren yasalar değişinceye kadar sıcak tutmalıyız öfkemizi. Çocuklarımız, kadınlarımız, kızkardeşlerimiz, yeğenlerimiz için...  Hınçla yumruklarımızı sıkıp Z.C.E. gibi haykırmalıyız öfkeyle "Devlet, seni hiç sevmiyorum.  Kahrol! Kahrol! Kahrol!"  

(07/09/2014 Muhalif Gazete)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder