14 Temmuz 2014 Pazartesi

ŞU CUMHURBAŞKANLIĞI MESELESİ

Dünya Kupası, Gazze katliamı, Işid'in rehin aldığı, hükümetin haftalardır adını anmadığı konsolosluk çalışanları, torba yasalar içinde geçirilen yolsuzluk kalkanları, süreç muamması ve artık maalesef sosyal medya dışında kaale bile alınmayan tecavüz, cinayet, taciz haberleri arasında, toz duman içinde bir ortamda Türkiye cumhurbaşkanını seçmeye hazırlanıyor. Hakkımızda hayırlısı.

Dengesiz olacağı baştan bilinen bu yarışta, bir tarafta başbakanlık makamının ona vermediği yetkiye dayanarak, kurduğu parti-devletin tüm imkanlarını yasaya ve ahlaka aykırı şekilde seçim kampanyasına seferber eden Başbakan, diğer tarafta partilerinin imkanları ve halkın desteğiyle seslerini duyurmaya, meramlarını anlatmaya çalışan Selahattin Demirtaş ve Ekmeleddin İhsanoğlu var. Erdoğan'ın her sözü, her hareketi TRT'nin cümle kanallarında 32 kısım tekmili birden, hem canlı hem banttan tekrarlarla yayınlanırken, diğer adayların adları alt yazı olarak bile geçmiyor. Başbakan'dan AloFatih terbiyesi almış anaakım medyada da durum farklı değil. Basın açıklamalarında İhsanoğlu ve Demirtaş, olması gerektiği gibi sunumlarını yapıp, medya mensuplarının, zaman zaman da halkın sorularına cevap veriyor.  Erdoğan'ın her biri ayrı bir prodüksiyon olan tanıtım şovlarında ise basın en arka sıralarda izleyici olarak yerini alıyor. Salondaki tescilli AKP taraftarları ve özel davetiyeyle çağrılmış medyatik şahsiyetler de soru sormak yerine imza alıp "selfie" cektirmek derdinde.  Sanki iki ayrı seçimin adayları.

İlk turda herkes oyunu gönlüne en yakın, ya da en az uzak olan adaya verecek. Olması kuvvetle muhtemel ikinci tur içinse, bazı kesimler, kendi adayları turu  geçemediği takdirde sandığı boykot etmeyi öneriyorlar.  Herkesin kendi kararı.  Ben kullanılmamış oyun, zaten bir avuç kalmış demokratik haklarımızdan bir tanesinden daha vaz geçmek olduğunu düşünüyorum.  Bu yüzden ikinci turda, adaylar kim olursa olsun boykot etmek yerine, isminin baş harfleri RTE olmayan adaya vereceğim oyumu.

Bu arada hala adayları daha iyi tanımaya çalışıyorum. CHP'nin aday belirleme yöntemini son derece antidemokratik bulmama rağmen, adaylığı açıklandığından beri, elimden geldiği kadar tarafsız olarak İhsanoğlu'nu izliyorum.  Aynı şekilde, 27 Haziran tarihli "Demirtaş'ı Dinliyorum Gözlerim Kapalı" yazımda belirttiğim gibi, Selahattin Demirtaş'ı da anaakım dışındaki medyada bulabildiğim yazılardan, TV programlarından takip ediyorum. Önyargılarımdan arınıp, ikisini de sadece tanımaya, anlamaya çalışıyorum. Üçüncü adayı 12 senedir maalesef yeterinden fazla tanıdık.  Fıtratını, tıynetini, şartlara göre bir o yana bir bu yana çevirdiği bütün yüzlerini, yazısını turasını, içinin karasını ezbere aldık.  Ona karşı hiçbir önyargım yok. Sadece yargı dileğim var.

Tanımaya çalışırken sorular oluşuyor kafamda adaylar için. Her biriyle sohbet fırsatım olsa soracağım sorular. Türkiye siyasetinde en yeni olduğu için, en çok Ekmeleddin İhsanoğlu'na sorularım var.  Mesela Avrupa Birliği'nin  Darfur'daki soykırımın sorumlusu olan El Beşir'i savaş suçlusu ilan etmesine neden karşı çıktığını sormak isterim. Kadın hakları konusunu da konuşmak isterim Ekmel Bey'le. Yaptığı açıklamalarda İİT Genel Sekreterliği döneminde İslam ülkelerinde kadın haklarını iyileştirme çalışmalarını referans veriyor İhsanoğlu.  Oysa Türkiye'de kadınların sorunları çok farklı.  Suudi Arabistan'da kadınların ehliyet alma veya oy kullanma hakkını elde etmesine yardımcı olmak saygı duyulacak bir çalışma olsa da, Türkiye'de kadın açısından fazla bir karşılığı yok. Özellikle son 10 senede %1400 artan kadına karşı erkek şiddeti, kadının aktif siyasetteki ve iş hayatındaki yeri gibi konularda fikirlerini ve somut önerilerini öğrenmek isterim.  "Kadının eğitimde yer alması" ile başlayan cümleler kesmiyor artık. İçi dolu bir açıklama yapmasında ısrar ederim. Bir de çözüm sürecini sorarım İhsanoğlu'na.  Kalıcı barışın sağlanması için atmayı düşündüğü adımları.  Özerk yerel yönetimler hakkındaki düşüncelerini, seçilirse sürecin olumlu bir şekilde ilerlemesi için neler yapacağını sorarım.  Bunları sorarken, kendisine saygılı ve sakin üslubunun Türkiye siyasetinde özlenen bir nefes olduğunu da söylerim elbette. Sezar'ın hakkı Sezar'a.  Laiklik ve Atatürk konusunda ilk günlerdeki "kitaplarımda yazdım, onları okuyun" cevabının yerine, kendini anlatmaya başlamasını takdir ettiğimi de eklerim.  Konuşmanın bir yerinde muhtemelen çenemi tutamayıp kampanya sloganıyla ve "herkesin babası" mesajı ile ilgili düşündüklerimi de söyleyiveririm. Hoşuna gitmese de, gülümseyerek karşılayacağını tahmin ediyorum.

Selahattin Demirtaş için sorularım ağırlıklı olarak süreçle ilgili olur elbette. Gerçi Demirtaş gerek medyanın çeşitli kesimlerinden gazetecilerle, gerek halkla yaptığı sohbetlerde bu konudaki soruları açıklıkla yanıtlıyor. Ben ona kafasındaki ideal Türkiye'nin ayrıntılarını sorarım.  Tam yetkili olsa, nasıl bir sistem kuracağını, nasıl bir devlet oluşturacağını bilmek isterim.  Silahsızlanmayı nasıl sağlayacağını da sorarım. Zira Kandil'le parti arasında çelişkili demeçler var son günlerde. Özel bir sorum da olur kendisine.  Kadın hakları konusunda gerek partisinin gerek kendisinin son derece ilerici ve somut çalışmaları olduğu halde, eşinin neden seçim kampanyasının dışında kaldığını merak ediyorum.  Bu arada Başak Demirtaş'ın sadece bu seçimin değil, gelmiş geçmiş en güzel "First Lady" adayı olduğunu da söylemeden geçemem. Kimse alınmasın. Son olarak Demirtaş'tan bir de Dersim türküsünü bağlamayla çalıp söylemesini isterim.  Kırmaz beni herhalde.

Erdoğan'la sohbet etmeyeyim mümkünse. Tarzım değil.  Eminim o da benden zerre kadar haz etmez.  Ama mecbur kalsam bir tek sorum olur Başbakan, Cumhurbaşkanı adayı, inşaat ihalalerinden maden ruhsatlarına, AVM yapımından aile planlamasına her bir halttan sorumlu kişi, baş yasak koyucu Recep Tayyip Erdoğan'a: Ne zaman doyacaksın?

(07/14/2014 Muhalif Gazete)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder