27 Haziran 2014 Cuma

DEMİRTAŞ'I DİNLİYORUM, GÖZLERİM KAPALI

Şahane bir havada, parkta çimenlere uzanmışım, işten kaytarmanın keyfiyle, bir elimde buzlu çakma (kafeinsiz) kahve, öbüründe telefon, tivitır mivitır takılıyorum. Hayat bana güzel. Üç beş RT, bir DM derken, Selahattin Demirtaş'ın cumhura başkan adayı olduğu haberi düştü sosyal medyaya. Bekleniyor olmasına rağmen çalkalandı ortalık. Kimi coşkuyla, kimi öfkeyle karşıladı bu haberi. Kimi pek yakıştırırken makama, kimi "ona vereceğime, Tayyip'e veririm oyumu" dedi, ki ağır küfürdür anlayana.

Ben aslında beğenirim Selahattin Demirtaş'ın tavrını, birikimini; fakat 2013’ten beri, özellikle yolsuzluk iddiaları sırasında, süreç hesaplarıyla AKP'ye ve Erdoğan'a verdiği tavizlerden dolayı, ama daha çok barış sürecinin tamamen "tek adam"ların çıkarları üzerine kurulmasına ortak olduğu için kızgınım kendisine.

Demirtaş'ın Çarşamba günü IMC TV'de katıldığı programın linki geliyor önüme. Tereddütteyim. Bir yandan adaylığını açıklamadan önce katıldığı son televizyon programında ne söylediğini, nasıl söylediğini merak ediyorum. Öte yandan güneşin altında keyfim öyle gıcır ki, memleket siyasetinin gölgesi düşsün istemiyorum üzerime.Sonunda siyaset merakım sefahat düşkünlüğüme galip geliyor, linke tıklıyorum. Demirtaş yeni imaj yapmış sanki kendine. Açık renk ceketi, kravatsız, yakası açık gömleğiyle daha genç, dinamik ve karizmatik görünüyor. Biraz da kilo mu vermiş, ne? Neyse, dağılmayalım. Kulaklıkları takalım. Herkes parkta güneşlenirken müzik dinler, ben siyaset programı. Aklımdan zorum olmalı.

Rahat ve kendinden emin Demirtaş. HDP'nin yeni konumunu anlatarak başlıyor. Eş başkanlık, kongre derken "bütün ezilmişleri kapsayan bir HDP" tanımıyla dişe dokunur kısma giriş yapıyor. Devleti dönüştürmekten, değiştirmekten, halkları ve tüm kimlikleri özgürleştirecek bir birlik projesinden bahsediyor. Antikapitalist diyor, eşitlik, çevre, doğa diyor. Kadın özgürlüğü diyor, hem de üstüne basa basa. Şiir gibi konuşuyor Selahattin, ama hasretle beklediğim mısra eksik.

BDP ve HDP'nin ilkesel söylemlerindeki insan vurgusu yeni değil. Uygulamada aksaklıklar olsa da, ki Demirtaş Türk siyasetinde görmeye alışık olmadığımız bir alçak gönüllülükle bu özeleştiriyi yapıyor, başından beri kimliklerin eşitliği, demokrasi, insan hakları, azınlık hakları gibi konuların altını kalın kalın çizdiler. Yine de toplumdaki "Kürtler'in partisi" algısını aşamadılar. Bunda her iki partideki Kürt milliyetçilerinin medyada öne çıkartılan demeçleri kadar, parti yonetimlerinin ağırlıklı olarak Kürt toplumunun sorunlarına odaklanmalarının da rolü oldu. Selahattin Demirtaş durumla açıkça yüzleşiyor. "Kürt partisi" algısını kırmak, toplumdaki kimliklerin hepsinin temsil edildiği bir platform yaratmak için çeşitli örgütlerle HDP çatısı altında bir araya geldiklerini söylüyor. Solun lokomotif özelliğinden dolayı öne çıktığı, ancak muhafazakar kesimin İslami temsilcileri dahil olmak üzere, istisnasız her kimliğin aktif ve eşit olarak yönetimde söz sahibi olduğu bir platform. Öyle güzel anlatıyor ki, dinlerken gülümsediğimi fark ediyorum.

Selahattin Demirtaş'ın söyledikleri aklı başında, vicdanı yerinde herkesin katılacağı sözler. Toplumun özgürleşmesine, devletin halkın hizmetine sunulmasına, kimliklerden kaynaklı kutuplaşmanın ortadan kalkmasına, halkların birlik ve barış içinde, eşitçe bir arada yaşamasına kim hayır diyebilir ki? Fakat söylediği değil, söylemediği dert bana.

Demirtaş AKP, CHP, ve MHP'nin arasındaki yarışın sistemi değiştirme iddiası değil, "mevcut sistemle devleti en iyi ben yönetirim" mücadelesi olduğuna dikkat çekiyor, ki doğrudur. Kafamı sallıyorum dinlerken. İçimden ekliyorum: CHP yerel seçimlerde anti-RTE, anti-AKP söylemlerinden öte somut hiçbir proje üretmediği, halktan yönetenleri değiştirmesini isterken yönetim şekline ve sisteme dair hiçbir değişiklik önerisi getirmediği için kazanamadı. CHP seçime CHP'yi seçtirmek için değil, AKP'yi seçtirmemek için girdi ve kaybetti. Aynı hatayı Cumhurbaşkanlığı seçiminde tekrarlıyor. Demirtaş ise karşıtlığa ve kamplaşmaya dayalı siyasetten her zaman Erdoğan'ın kazançlı çıkacağını öğrenmiş. HDP olarak adaylarını desteklerken, AKP karşıtlığına değil, sistemi değiştirmeye dayalı bir kampanya yürüteceklerini söylüyor. Sistem değişmediği müddetçe, AKP veya onun yerine gelecek olan oluşum, kendi temsil ettiği kimliğin güçlenip diğerlerini ezerek varlığını sürdürmesini sağlayacak. Yani zalim ve mazlum değişse de, zulüm baki kalacak. Oysa değişmesi gereken zulme dayalı sistemin kendisi. Demirtaş tam da bunu yapacaklarını iddia ediyor. İsimler değil, ilkeler üzerine kurulu bir programla, demokratik, özgürlükçü bir anayasanın yolunu açarak, ezilmiş, ötekileştirilmiş tüm kimliklerin haklarını savunacaklarını, HDP'nin halkın "cüretkar" hareketi olacağını söylüyor. Bayılırım cüretkar hareketlere!

Peki ya güven? Müzakere sürecinin kapalı kapılar ardında yapılmasından halkın rahatsız olmasına hak veriyor Selahattin Demirtaş. "Müzakere süreci nerede başlar? Nerede biter? Amacı nedir? Bunlar muğlak olduğu için güven azalıyor. Kürtler 'kandırılıyor muyuz?' Türkler 'bölünüyor muyuz?' duygusunda." Sağlam empati, doğru tespit yapıyor Demirtaş. Bu güvensizliğin çerçeve yasa tasarısı ile ortadan kalkacağına inanıyor. Neyin ne olduğu tariflenince, kimse dışına çıkamayacak, parlamentoda kabul edilirse, parlamentonun çoğunluğu artık bu süreci sahiplenmiş olacak. "Ve süreç kişilere bağlı olmaktan çıkacak, kurumsal olarak işleyecek," deyince, hah diyorum... Şimdi söyleyecek. O söylemese de gazeteciler sorar herhalde. Ne o söylüyor ne gazeteciler soruyor.

"Bu barış olacak, ille de olacak" diye güvence veriyor seçmene Demirtaş. Barışın Başbakan'dan da, AKP'den de, HDP'den de, seçimden de daha önemli olduğunu söylediğinde dayanamayıp yüksek sesle "Öcalan'dan da önemli. Onu da söylesene!" diyorum. Sonra parkta olduğumu, ve kulaklığımdaki sesle konuştuğumu fark edip etrafıma bakıyorum, gören var mı diye. Neyse ki buraların delisi çok. Arada kaynıyorum.

Demirtaş Erdoğan'ın süreci rehin almasını engellemek için, halkın ve muhalefetin süreci sahiplenmesi gerektiğinin altını çiziyor defalarca. İyi, hoş da, süreci rehin alan sadece Erdoğan değil ki! Resmi olarak açıklanmasa da, Öcalan'ın serbest kalmasının sürecin olmazsa olmaz koşulu olduğu her gün medyada tartışılıyor. Eğer bu doğruysa, milyonlarca insanın umut bağladığı barış, Öcalan’ın şahsi çıkarları için rehin alınıyor demektir. Bu samimiyetsiz tavırla barışın toplumsal zemininde güven erozyonu olması kaçınılmaz. Erdoğan ve Öcalan barış sürecinin iki ucuna var güçleriyle asılarak çekiştiriyor, zaman zaman inceldiği yerden kopma noktasına kadar yaklaştırıyorlar. Halkın çıkarlarına öncelik vereceklerine, kendi çıkarlarını dayatıyorlar. Erdoğan otokrat rejimini güçlendirmek, Öcalan mahkumiyetini sona erdirmek için, karşılıklı barış sürecini istismar ediyor. Demirtaş geç de olsa, sürecin Başbakan'dan daha önemli olduğunu ve onsuz da işleyebilmesi gerektiğini dillendirebildi, fakat süreci diğer ucundan çekiştiren Öcalan için benzer bir demeç vermesi hala çok uzak bir ihtimal. Bu ihtimalin uzaklığı, barış sürecinin tarafları arasındaki mesafeyle doğru orantılı. Onlarca yıldır yaşanan "Kürt sorunu"nun devletin yanlış politikalarından kaynaklandığı doğrudur. Bunun yanında, bu kirli savaşta 40binden fazla can kaybı olmasında, en az yanlış politikalar kadar, PKK'nın şiddet eylemlerinin de payı olduğunu göz ardı edemeyiz. İnsanları dağa çıkmaya iten devleti suçlarken, dağdaki insanları ölmeye ve öldürmeye göndereni kahraman ilan etmek en iyi ihtimalle samimiyetsizliktir. Devlet denen sistemde tek bir sorumludan bahsetmek mümkün değil. Bu yüzden kişilerle beraber sistemi değiştirmek zorundayız. PKK içinde ise, Abdullah Öcalan'ın yakalanmadan önce "tek adam" konumunda olduğu, daha sonra da örgütü İmralı Adası'ndan sözü sual edilmeden yönettiği biliniyor. Bu yüzden Türk halkı, Öcalan'ı onbinlerce kayıptan birinci derecede sorumlu tutuyor. Türk halkı açısından Öcalan konusu barışın yumuşak karnıdır. Ve halk kaynaklı, gerçek ve kalıcı barış isteniyorsa, bu karnı çivili ayakkabılarla depiklemenin kimseye faydası olmayacağını görmek gerekir.

Demirtaş ve HDP barışın şahıslardan, partilerden, seçimden daha önemli olduğunu söylerken samimilerse, ki öyle umuyorum, barışı Öcalan'ın konumundan bağımsız olarak demokratik ve özgür bir devlet sistemine endekslemeleri ve bunu açıkça dillendirmeleri gerekir.

O zamana kadar, sevgili Demirtaş, şiir yine eksik kaldı, vuslat başka seçime. 

(06/27/2014 Muhalif Gazete)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder