1 Şubat 2015 Pazar

HEPİMİZ HRANT DEĞİLİZ

Üniversite yıllarıydı. Kaç sene önce olduğunu sormayın, ben de söylemeyeyim. Bir komşumuz, en yakın arkadaşımla tanışıp Ermeni olduğunu öğrendiğinde, “Ben çocukken üst kat komşularımız Ermeniydi” dedi.  Ve sonra nostaljik bir gülümsemeyle, başını sallayarak ekledi, “Ama çok iyi insanlardı.”  Ama?! Sözlük anlamına göre, “ama” çelişkili ve tutarsız iki cümleyi birbirine bağlamaya yarayan bir söz. Yani bu durumda, “Ermeni” ve “çok iyi insan” olmak çelişkili ve tutarsız ifadeler. Bizim komşu öylesine içselleştirmiş ki ırkçılığı, ettiği lafın içerdiği hakaretten bihaber, karşısındaki genç Ermeni kadınla bir yakınlık kurduğunu sanarak, keyifle Natali Teyze’yi ve Sarkis Amca’yı anlattı uzun uzun.   Ben onun yerine utanarak baktım arkadaşıma.  “Boşver” der gibi göz kırptı.  Meğer çok sık duyarmış bu tarz  öteleme cümlelerini. Belki ben de duymuştum da, kadınlık dışında bir azınlığa dahil olmadığımdan böyle bir hassasiyetle yaklaşmamış, bu yüzden farkına varmamıştım o güne kadar. Dikkat ettikçe, benzer cümlelerin farklı gruplar için, hem de en beklemediğim kişiler tarafından ne kadar sık ve kolay kullanıldığını gördüm.  “Kürt, ama…”  “Alevi, ama…”  “Kadın, ama…”  “Zenci, ama…”
Ama.  Üç harften ibaret bu küçücük kelime, çok kültürlü bir mozaik olduğunu iddia ettiğimiz Türkiye’de, pek de demokrat ve eşitlikçi olduğunu iddia eden bir kesimin iliklerine kadar işlemiş olan gizli ırkçılığı, bütün çirkinliğiyle göz önüne serer.  Ortamlarda din, ırk, cinsiyet eşitliğini savunsalar da, cümlenin sonuna bir “ama” kondurup U dönüşü yapan bu arkadaşlar, Cumhurbaşkanı’nın “Afedersiniz Ermeni” ifadesinin çok değil, bir adım ardından seyirttiklerini görmezler bile. Ne kadar eşitlikçi olduklarını, azınlık olan arkadaşlarının sayısıyla ölçerken, hayatlarındaki azınlıkların çetelesini tutmanın apaçık ırkçılık olduğunu düşünmezler.  “Lafın gelişi” diyerek geçiştirmeye çalıştıkları ayırımcı söylemlerinin üzerine, lafın geldiği, insan ruhunun en karanlık, en pis köşelerinin çürümüş, leş kokusu sinmiştir.  Onlar için “ama çok iyi” olan azınlıklar, öz kimliklerini yok sayarak, çoğunluğun kurallarıyla, çoğunluğa benzeyerek yaşayanlardır. 1915’i konuşmayan Ermenidir, mesela.  Ya da ramazanda yemeğini gizlice yiyen Musevi.  Ana dilini evinde, çarşı pazarda konuşabildiğine şükredip, eğitim talep etmeyen Kürttür.  Onlar azınlığın sessiz, itaatkar ve asimile olmuşunu severler.
Azınlıkların içinden biri çıkıp da kendi kimliğiyle var olmak, geçmişiyle yüzleşmek, eşitçe yaşamak istemeye görsün.  Bütün o hoşgörü ve tolerans edebiyatı bir anda son bulur.  Bu topraklarda yaşamalarına “izin” verildiğini hatırlatırlar önce.  Nankörlük etmemeleri için uyarır, inceden tehdit ederler: “Ya sev ya terk et!”  Bu da ise yaramazsa, devlet devreye girer. Suçlamalar, soruşturmalar, davalar, linç kampanyaları… Türklüğün aşağılanmasına izin verecek değiller ya! Bizim gizli faşistler en önde, bozkurt selamı verenlerle omuz omuza yürürler, ellerinde bayraklar, başlarında ay-yıldızlı kalpaklar, dillerinde demokrasi ve eşitliğin sonuna iliştiriverdikleri ama’larla.
Hrant Dink “ama çok iyi” Ermenilerden değildi, çünkü bu topraklarda, onların istediği gibi devşirme ezikliğinde degil, Ermeni kimliğinde, eşit haklarla yaşamak istedi. “Evet, biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var” dedi.  “Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin. Bu toprakları alıp gitmek için değil. Bu toprakların gelip dibine gömülmek için…”  Onlar için Hrant “Ermeni dölü”ydü. “Soros’un evladı, misyoner çocuğu”ydu, çünkü devletin ezberleriyle soykırımı inkar etmek yerine, kalbini nefretle doldurmadan tarihin gerçekleriyle yüzleşilebileceğini göstermek istedi hem Türklere, hem Ermenilere.  Geçmişin acılarına takılıp kinle kendini zehirlemektense, daha iyi bir gelecek için çalışmak gerektiğini anlatmaya çalıştı.  Ama cımbızla çekip aldılar sözlerini koca koca yazı dizilerinin arasından. Çırpındı durdu derdini anlatmak için. Devletin insan öğüten çarklarının uğultusunda, sesi duyulmaz oldu.  Plan yapılmış, işleme konmuştu artık.  Hrant’ın yüreğinde korku değil, haksız yere verilen “Türklüğü aşağılama” cezasının ağırlığı vardı. “Bu ülkeden çeker giderim” diyecek kadar incinmişti güvercin tedirginliğindeki ruhu. Ve tetik çekildi. Çiçeklere bile gülümseyen adam cansız yere yığıldı. Türklük kurtulmuştu, çok şükür. Gizli faşistler derin bir nefes alıp, demokrat maskelerini taktılar tekrar ve meydanlarda “Hepimiz Hrant’ız!” diye bağıran kalabalığın arasına karıştılar.
Hepimiz Hrant’iz, öyle mi? Az dur hele. O kadar kolay mı sandın Hrant olmayı? Bir kere cesaret ister. Korkusuzluk değil, elbet. Korkmak insana mahsus. Ama korkularını yenip, dimdik ayakta duracaksın. Koca bir devletin tüm mekanizmalarıyla sana savaş açtığını bilsen de, doğru bildiğini savunacak kadar mert olacaksın. Sonra, azim ister. Hatta biraz da boğa inadı ister, ayıptır söylemesi. Bıkmayacaksın, yorulmayacaksın. Anlamsız nefretle körleşmiş vicdanlara ışığı göstermek için yılmadan uğraşacaksın. Sana kinle, küfürle saldırana bile sağduyu ve hoşgörüyle meramını anlatmaya çalışacaksın. Kolay değil Hrant olmak. Kendi canın bir yana, evlat acısıyla tehdit edecekler seni. İnsanların nasıl bu kadar kötü olabildiklerini aklın almayacak, iyiliğe inanıp direneceksin. Yürek ister Hrant olmak için, hem de dağlar, denizler kadar. Çünkü seveceksin. Çok seveceksin. Doğup büyüdüğün toprakları, o topraklarda yaşayan halkları seveceksin. Ermeni olduğun için askerlikte erbaş rütbesi takmadıkları zaman barakaların arkasında tek başına ağlarken de seveceksin. Çocukluğunun geçtiği, aşık olup evlendiğin kamp ve yetimhane, azınlık vakfına ait olduğu için kapatıldığında, “Ermeniyim” dediğin için hakkında dava açıldığında bile seveceksin. Haksızlığın, kötülüğün karşısında sevgiyle duracaksın. Katılmadığın düşüncenin bile özgürce ifade edilebilmesi için, istisnasız her kimliğin eşit haklara sahip olması için mücadele ederken, yüreğini sevgiyle herkese açık tutacaksın. Kolay değil Hrant olmak. Hrant olmak için, önce insan olacaksın. İyi insan. Hepimiz Hrant değiliz. Keşke olabilsek, Ahparig.
(19/01/2014, Jiyan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder