2 Aralık 2014 Salı

KADIN KADINDIR. ÇİÇEK BABANDIR. (*)

Öyle korkuyorlar ki kadından ve kadına dair her şeyden, mecbur kalmadıkça “kadın” kelimesini telaffuz bile etmiyorlar. Kendilerince makbul olanlara “hanım” diyorlar. 8 Mart’ta “Bayanlar Günü”müzü kutluyorlar. İltifatları bile kadını ya kandırmaca bir kutsallıkla toplumdan soyutluyor, ya da narin, zayıf, korunmaya muhtaç bir yaratık gibi eziyor. Çiçeğe benzetiyorlar kadını. İltifattan çok bir dayatma bu. Gönüllerindeki ideal “hanım” tarifi: Uygun görüldüğü yerde duran, göze güzel görünen, canları çektiğinde koklayabilecekleri, çokça tomurcuk veren, sesi olmayan hanımlar istiyorlar. İstediklerinde sulayacakları, kafaları bozulduğunda kırıp koparabilecekleri çiçek gibi hanımlar. “Kadın” ise küfür gibi çıkıyor ağızlarından. “Kadın mıdır, kız mıdır? Belli değil” diyor tepedeki. Öyle ya… Kısa süre öncesine kadar nüfus kağıtlarımızda yazardı “bakire” diye. Artık damgalanmadığımız için, ayırt etmekte zorlanıyorlar. Yormayın kafanızı, beyler. Kadınız biz. Ve kadınlığımız, o dar kafanızla takılıp kaldığınız zarın çok ötesinde.
Kadın kelimesini olumlu anlamda kullanmak zorunda kaldıklarında, mutlaka analıkla özdeşleştiriyorlar. Çünkü onlar için kadının erkeğe hizmetten başka tek görevi doğurganlık. Doğurganlığın kutsallığı yalanıyla inanan kadını doğurmaya mecbur kıldıkları yetmiyor, kaç çocuk yapacağına da onlar karar veriyorlar. Tecavüz sonucu hamile kalıp kürtaj yaptıran kadınları devletin en yetkili ağızlarından lanetleyecek kadar alçaklaşıyorlar.
(bir okuyucumuz çok dilli halini paylaşmış; teşekkür edip güncelliyoruz.)
Öyle korkuyorlar ki kadından, kadınlık organının ismini bile ayıplıyorlar. Vajinalarda olan bitene müdahale etmeye bu kadar hevesliyken, vajina kelimesini duymaya tahammül edemiyorlar. Bedenlerimizden utanmayı öğretiyorlar bize. Memelerimizi saklamak için omuzlarımızı öne düşürerek yürümeyi, otururken bacaklarımızı sımsıkı kapatmayı. Küçülmeye, görülmez olmaya zorluyorlar bizi. Hanımlar görülmezler. Görülenler kadın. Kötü yani. Onlar iyi ihtimalle ayıplanıp dışlanıyor. Kötü ihtimalle cezalandırılıyor. Dayak, taciz, tecavüz. Cezanın şiddeti aşırıya kaçarsa, devletin bakanı müdahale ediyor: “Hiçbir suçun cezası ölüm değildir. Elleri kırılsın!” Ooo… Çok sert!
Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorlar. Devletin en yetkili fıtrat uzmanı, üstelik de “Kadın ve Adalet Zirvesi”nde, ciddi ciddi anlatıyor: “Kadınla erkek eşit olamaz. Fıtratları farklı.” Kendisini, çok şükür, şahsen tanımıyorum. Tanıyanlar oldukça zeki bir adam olduğunu söylüyor. Bilemem. Ben onların yalancısıyım. Ancak “eşit” ve “aynı” kelimeleri arasındaki bariz farkı bilecek kapasitede olduğunu düşünüyorum. Bilmediğinden değil elbet. İşine gelmiyor. Çünkü onun için önemli olan söylediklerinin doğru olması değil, istediği mesajın yerine ulaşması. Ve mesaj, Yeni Türkiye’de kadının yerini açık ve net olarak tanımlıyor.
(“Sayın” demek adetten olduğundan) Sayın Cumhurbaşkanı,
Ben bir kadınım. Nezdinde makbul olmayan cinsten. Hanım değil. Bayan değil. Çiçek hiç değil. Kadınım. Anne değilim. Senin inandığın gibi bir cennet varsa, bırak ayağımın altına serilmeyi, kapısından içeri bir arkadaşa bakıp çıkmama bile izin vermezler. Çünkü sen ve senin gibilerin, erkek egemen kültürün ve organize dinlerin gücünü kullanarak, kadını erkeğe hizmet etmek üzere mutfak ve yatak odasından ibaret yaşam alanına hapsetmek için uydurduğunuz iffet, edep, günah gibi kavramların tümünü ve bacak arama sıkıştırmaya çalıştığınız namus zırvasını reddediyorum. Namusum aklımda ve yüreğimde. Bekçisi de benim. Kendi ayaklarım üzerinde duruyor, dürüstçe, çalmadan, hak yemeden, kimseye zulmetmeden yaşıyorum. Anlayamazsın. Bedenimi ve cinselliğimi erkeğin zevkine kurban etmiyor, kadınlığımı sahipleniyorum. Kadınım. Kendime ait. Kendimle bütün. Hayatımı biriyle paylaşıyorsam, ihtiyacım olduğu için değil, istediğim içindir. Kadınım. Korkmakta haklısın. Çünkü yalnız değilim. Milyonlarcayız biz. Ve kadın fıtratımızla sana meydan okuyoruz. Önce insan, sonra kadın olarak doğal hakkımız olan eşitliği talep ediyoruz. Sen vermeyeceksin. Biz alacağız.
* Bu şahane sözün bana ait olduğunu söyleyebilmeyi çok isterdim, ama değil. İnternette dolaşan bir duvar yazısı resminde gördüm. Sahibini bilmiyorum.
(25/11/2014 Jiyan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder