11 Aralık 2014 Perşembe

MÜSTEBİT [مستبد]: despot, zulüm ve baskıda bulunan, keyfine göre idare eden

Padişah özentisinin buyruğu doğrultusunda Osmanlıca’nın mecburi ders olmasının yolu açıldı. Şimdiki gençler çok şanslı.  Bizim zamanımızda böyle bir “devlet hizmeti” olmadığından, biz mahrum kaldık bu denli faydalı bir dersten.  Öyle ya… dedelerimizin mezar taşlarını okuyabilseydik, muasır medeniyyet mertebesini fersah fersah aşmış olurduk çoktan.  Ama gel gör ki, İngilizce, Almanca, Fransızca gibi lüzumsuz lisanlarla beynimizi doldurdukları için cehalet, gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içindeyiz bugün.
Bazı ağır abilerin, ablaların sandığı gibi ülkede süre gelen çarpıklıkları hafife aldığımız, durumun ciddiyetini kavrayamadığımız için değil, gülemezsek delirmekten korktuğumuz için, bunca akla zarar söylemin ve eylemin ortasında aklımıza mukayyet olabilmek için mizahla yoğuruyoruz mücadelemizi. Yani ahval ve şeraitin vehametinin apaçık farkındayız.
Evlatlarının mezarını bulamayan anaların memleketinde, büyük büyük dedelerinin mezar taşlarını okuyabilsinler diye çocuklara ölü bir dil öğretilecek.  Ana dillerinde okuyup yazmaları yasak olan çocuklar, Arapça ve Farsça’dan devşirilmiş, edebiyat ve Osmanlı tarihi dışında hiçbir alanda kullanılmayan bir dili öğrenmeye mecbur tutulacak.
“İsteseler de istemeseler de” diyor müstebit.  Giderek daha sık kullandığı bu ifade, tam da iktidarın Osmanlıca sevdasının altında yatan gerçek amaca delalet ediyor.  Çünkü mesele sadece Osmanlıca değil arkadaş, sen hala anlamadın mı?  Mesele hanedanı, mutlak monarşiyi geri getirmek. Mesele halk sefalet içindeyken 1000 1150 odalı sarayda sürülen ihtişamı, hesabı sorulmayan, sorulsa da verilmeyen, sıfırlamakla bitirilemeyen paraları, al gülüm ver gülüm ihaleleri, bal tutanın parmak yalamasını, sansürü, polis devletini, keyfe keder gözaltıları, düzmece delillerle kumpas mahkemeleri, kadının ezilmesini, emeğin sömürülmesini meşrulaştırmak.  Mesele avaz avaz “darbe mağduruyuz” diye figan ederken, göstere göstere sivil darbe yapıp rejimi değiştirmek, başkanlık adı altında padişahlığı resmileştirmek.
Var sayalım ki bütün bunlar benim kuruntularım. Ve hatta var sayalım ki AKP hükümeti hiçbir gizli ajanda olmaksızın, tamamen iyi niyetle, gelecek nesillerin geçmişte kalmış bir dili öğrenmelerinin faydalı olacağına gerçekten inanıyor.  Hayal gücü sınırlarını aşan bu varsayım doğru bile olsa, Osmanlıca’nın zorunlu dil olarak ders programına konması sakıncalı.  Yabancı dil öğretmenleri bilirler: Bir yabancı dili, o dilin konuşulmadığı bir ülkede, orta seviyede öğrenebilmek için orta öğretimden itibaren haftada en az altı saat ders almak gerek. Farklı bir alfabeyle yazılan bir dil için daha fazla.  Haftalık ders saatleri artırılmayacağına göre, bu faydasız derse zaman ayırmak için bazı derslerin müfredattan çıkartılmasına karar verilmiş. Mesela İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi dersi.  Yetmez ama manidar.  Öğrencilerin mezartaşı seviyesinde öğrenebilmeleri için başka derslerin de saatlerinin azaltılması ya da tamamen kaldırılması gerekecek.  Cumhurbaşkanı’nın zorunlu din dersine karşı sorguladığı Fizik dersi olabilir. Ya da Matematik.  Asgari ücretle çay simit hesabını öğrensinler yeter.  Gerisi teferruat.
Bilgi ancak kullanılırsa öğrenilir.  Aksi takdirde ezber olarak kalır.  Zaten ezberciliğe dayalı eğitim sistemine,  kullanılmayacağı için ezberden öteye geçmeyecek bir ders daha ekleyerek, giderek daha az düşünen ve sorgulayan, daha cahil nesiller yetiştirilecek. Gelecek nesilleri kasıtlı olarak cahilleştiren bir iktidarın, sorgusuz sualsiz itaat eden, kendini yönetmekten aciz, kolayca güdülen bir toplum yaratmaktan başka ne amacı olabilir?
Kimse kusura bakmasın. AKP’nin hedefinin demokratikleşme değil, otoriter rejim olduğu, bunu sağlamak için dini kullanacağı ve demokrasinin RTE’nin fıtratına aykırı olduğu başından beri belliydi. Buna rağmen, siyaseti Kemalizmle İslam faşizmi arasında seçim yapmaya indirgeyen çok liberal arkadaşlar, AKP’nin darbelere göğsünü siper ederek ülkeyi askeri vesayetten kurtaracağını savunurlarken,  bunun takiyye olduğunu söyleyenleri Kemalist ya da darbeci olmakla suçluyor, en hafifinden endişeli modern olarak etiketliyorlardı. Bugün aynı liberaller “hem kandırıldık hem de kandırılmadık da ama yani kandırıldık aslında” diye kafalarını kaşıyarak ne olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışırken, AKP hükümeti, RTE’nin padişahlık hülyasını gerçekleştirmek için somut adımlar atmaya başladı bile.
AKP ciddi bir oy kaybına uğramadığı takdirde, 2015 seçiminden sonra resmi olarak başkanlık sistemini getirmeyi amaçlıyor.  Bunun için de %10 barajını  savunmak zorunda. AKP’nin en büyük çekincesi HDP’nin güçlü bir şekilde meclise girip ana muhalefet partisi olması. MHP zaten AKP’nin muhalefet içindeki Truva atı konumunda olduğundan, bir tehdit oluşturmuyor. CHP ise ulusalcı kanadın etkisiyle sağa öyle çok yanaştı ki MHP ile dirsek temasında, hatta zaman zaman kolkola.  Parti içinde özgürlük ve eşitlik için bireysel olarak çabalayan az sayıdaki solcu milletvekili, ulusalcı cephe tarafından “HDP’li gibi” davrandıkları gerekçesiyle yerden yere vuruluyor, hakarete uğruyor. Bu tuhaf zihniyet, Emine Ülker Tarhan’ın ardına düşüp, geçen ay kurduğu Anadolu Partisi’ne göç etmediğine göre, CHP’nin merkezin sağındaki yeri, en azından yakın gelecekte, sabit kalacak gibi görünüyor.  Bu durumda barajsız bir seçimde merkezin solundaki oyların büyük kısmının HDP’ye geçmesi kuvvetle muhtemel.  Cumhurbaşkanlığı seçimlerini iyi okuyan RTE bunu gördüğü için, barajın kaldırılmasından ya da düşürülmesinden ödü kopuyor.  Adeti olduğu üzere mağduru oynayıp, Gezi, yolsuzluk soruşturması ve her türlü muhalif eylem gibi, bu kez de Anayasa Mahkemesi’ni darbe girişimi yapmakla suçluyor.  Darbenin koyduğu barajı kaldırmayı teklif edenleri darbecilikle suçlamanın dayanılmaz saçmalığı umurunda değil.  Baraj için her yol ve her saçmalık mübah. Çünkü biliyor ki, HDP meclisteki gücünü katladığı takdirde, sadece hükümetin süreci kullanarak Kürt halkı üzerinde kurduğu baskı değil, başkanlık hayalleri de sona erecek.  Anaokulundan başlayan din eğitimi, zorunlu Osmanlıca dersleri hep boşa gidecek.  Ne Osmanlı’ya geri dönüp padişah olabilecek, ne İslam aleminin yeni halifesi. Şöyle ağız tadıyla, dolu dolu bir “Tez başı vurula” diyemeyecek, “Emri ben verdim”le yetinmek zorunda kalacak.  Yine her gün televizyonlardan çemkirecek, nefret kusacak, ama ferman buyuramayacak, fetva veremeyecek.  En fenası, sarayda yaşayacak, ama oğluna devredeceği tahtı, tacı olmayacak.  Bu yüzden RTE ve parti-devleti barajı korumak ve seçimden mutlak çoğunlukla çıkmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazır.
Demek ki neymiş?  Osmanlıca bahane, barajla gelen padişahlık şahane.  Oku bakayım: Müs-te-bit.
NOT: Jiyan’ın düsturu “Her dilde isyan” madem, bu da meraklısına Osmanlıca isyan: عصيان
(12/09/2014 Jiyan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder