21 Ağustos 2014 Perşembe

ÜÇÜN BİRİ

Yaklaşık 45 gün seçimle yattık, seçimle kalktık, içimiz dışımız seçim oldu. Ve sonunda üçün birini seçtik. Azınlığın oy çoğunluğuyla RTE Cumhurbaşkanı oldu. "Hayırlı olsun" demek adetten.

Seçimdeki düşük katılım, oy veren herkes gibi beni de öfkelendirdi. Kendine uygun aday bulamadığı için sandığa küsüp boykot edenlerin, sinek yuttuğu için sinek ilacı içen vatandaştan farkı yok benim için. Her fırsatta "Eyvahlar olsun, İran oluyoruz! Yetiş asker, bölünüyoruz!" diye feryat eden, sıra oy vermeye geldiğinde ise şezlonga yayılmış poposunu kaldırıp sandığa gitmemek için "Zaten sonuç belli, benim oyumla ne değişecek?" diyerek oy vermeyen kesim ise önümüzdeki beş sene içinden ağlasın mümkünse. 

Atar faslını aradan çıkarttıktan sonra, seçimden öğrendiklerimizi değerlendirmek ve bundan sonra ne yapacağımızı belirlemek gerek.

Ne öğrendik?

- Yeni Türkiye'nin ileri demokrasisinde devlet Tayyip'tir ve devlet kurumlarının tarafsızlık ilkesi kağıt üzerinde kalan gereksiz bir ayrıntıdır. TRT, Anadolu Ajansı gibi parti-devletin halkın vergileriyle işleyen kurumları, RTE'nin özel şirketleri gibi çalışırlar. Yüksek Seçim Kurulu ise Türkiye seçmenine yapılmış kötü bir şakadır.

- Metropoll Araştırma Merkezi Başkanı Özer Sencar'ın Tarafsız Bölge programında itiraf ettiği üzere, seçim anketleri bizzat başbakan tarafından çarpıtılarak PR amaçlı yalanlar olarak, üstelik seçim yasağı başladıktan sonra, halka sunulabilir. Bunun yanında, Konda Yönetim Kurulu Başkanı Tarhan Erdem'in Birgün gazetesindeki röportajında ifade ettiğine göre, anketlerde, fark (-9,1) hata payının (+/-2,6) çok üzerinde çıkabilir. Bilimsel bir açıklaması olmayan bu durum "üzüntüyle karşılanır," inceleme başlatılır, kisa sürede unutulur gider. Bu anket sonuçlarına dayanarak oy vermekten vazgeçen sazanlar da tatlı sularda sürü halinde dolaşarak dipleri karıştırıp suyu bulandırmaya devam ederler. Ağla bol miktarda avlanırlar. (Bkz: Vikipedi, Sazan balığı).

- Ana muhalefetin bir türlü öğrenemediği ders: Tamamen RTE karşıtlığı üzerine kurulu ilkesiz siyasetle RTE'yi yenmek mümkün değil, çünkü karşıtlık ve nefret adamın fıtratında var. Hayatı ayırmak ve ayrıştırmak üzerine kurulu, kinle beslenen, yalan ve iftirayı son derece rahatlıkla ve sıkça kullanan, dün eteğini öptüğünü bugün ayağının altına alabilen, kendine benzemeyen herkesi ve her şeyi yok sayan, mümkünse yok eden RTE, karşıtlık politikasının Türkiye'deki tartışmasız en büyük ustası. Onu yenmenin yolu, onda olmayan, nasıl elde edeceğini ve nasıl kullanacağını bilmediği bir silahla, ilkeli siyasetle savaşmak. (Bkz: Selahattin Demirtaş, Yeni Yaşam çağrısı)

Ne yapacağız? 

Acı, ama gerçek: 12 senedir istikrarlı bir şekilde demokrasiden uzaklaşan, demokrasinin temel taşı olan kuvvetler ayrılığını tamamen ortadan kaldırarak maden ruhsatlarından inşaat sektörüne, hakimler ve savcılardan istihbarata kadar devletin tüm birimlerini tek adama bağlayan, ciddi yolsuzluk iddialarıyla şaibeli AKP iktidarının başbakanı artık cumhurbaşkanı. Ve biz bu gerçekle, en az beş sene daha yaşamak zorundayız. Her seçimden sonra kendine gidecek ülke arayanlar boşuna uğraşmasın. Türkiye sorunlarına karşı duyarlıysanız, coğrafi konumunuz bu duyarlılığı değiştirmiyor. Doğup büyüdüğünüz ülkeden gitseniz de, bulunduğunuz yerden durumu takip etmeye, tepki vermeye, çözüm aramaya devam ediyorsunuz. (Bkz: Ben, 15 sene)

O halde, enseyi karartmadan, aldığımız dersleri akılda tutarak, demokrasi mücadelesini nasıl sürdüreceğimizi düşünelim. Her şeyden önce, bu mücadelenin uzun soluklu bir maraton, hatta "kros" olduğunu kabullenmek gerek. Aslına bakarsanız, demokrasi sürekli gelişen bir kavram olduğundan, bu yarışın sabit bir bitiş çizgisi bile yok, ama biz önce ilk aşama olan temel insan haklarının kazanımı (ya da geri kazanımı) üzerinde yoğunlaşalım. Anadilde eğitim, cinsiyet eşitliği, düşünce ve basın özgürlüğü, adil yargı, izinsiz gösteri, grev ve sendika hakları gibi. Gezi'de mümkün olduğunu gördüğümüz "başka bir dünya" kavramını kalıcı olarak gerçek kılmak için, Gezi gibi parlak çıkışların seyrek olacağını, aradaki uzun boşlukların ise STK örgütlenmeleri, bilinçlenme ve bilinçlendirme çalışmalarıyla doldurulması gerektiğini anlamalıyız. Çalışmalı, çok çalışmalıyız. Ve bunu yaparken ne yöne doğru ilerlediğimizi, yanımızda kimlerin olduğunu çok iyi değerlendirmeliyiz. Tek hedefi AKP iktidarını sona erdirmek olan bir mücadele, başarılı olsa bile, demokrasi yolunda ülkeyi bir adım bile ileri götürmez. Nasıl ki AKP ordudan aldığı vesayeti uzun adama teslim ettiyse, yeni iktidar da kendi üzerine devralır, tıpkı selefinin yaptığı gibi, kendinden olmayanı kendine benzetip, direneni bertaraf ederek vesayeti sürdürür. Padişahlığa son verir, yerine krallık kurar. Muktedir ve ezilenin isimleri, yüzleri değişir, tekçil düzenin baskısı ve zulmü baki kalır. Bu durumda her kimlik, bir diğerinin iktidara gelmesinden o kadar korkar ki, her türlü pisliği, vicdansızlığı, adaletsizliği görmezden gelerek, kendi muktedirine koşulsuz biat eder. (Bkz: Türkiye, mevcut durum) 

Oysa tüm kimliklerin benliklerine sadık kalarak, sahip çıkarak, eşit ve özgürce yaşayabildikleri adil bir sistemde, hükümet ve devlet halka hükmetmek değil, hizmet etmek için var olduğundan, insanlar seçimlerini korkuyla değil, mantık ve sağduyuyla yaparlar; ezilme kaygısı olmadan, en iyi hizmeti verecek olanı seçerler. Böyle bir sistemi kurmak için yola çıkarken, bize lazım olan, ucuz yüzde hesaplarıyla, var olanı korumak üzere kurulan derme çatma çatılar değil, iki yakayı birleştirip, birlikte daha güzele yol almak üzere, sağlam ilkeler üzerine inşa edilen köprülerdir. Evet, çok uzun ve meşakkatli bir yol. Evet, durum hiç iç açıcı değil. Ama her şeye rağmen umut var. Bu malzemeden cumhurbaşkanı çıkartan mucizeler ülkesinde, hiçbir şey imkansız değil. (Bkz: RTE, Cumhurbaşkanı)

(13/08/2014 Muhalif Gazete)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder