4 Kasım 2014 Salı

DEMOKRASİ: TAKLİTLERİNDEN SAKININIZ!

Ben CHP'li bir aileden geliyorum. Ecevit ve Atatürk resimleriyle dolu bir evde, Ruhi Su türküleriyle, Cumhuriyet gazetesiyle büyüdüm.  Doğal olarak, CHP'nin çoktan uzaklaştığı soldan tamamen koparak ulusalcı çizgiye yerleşmesi, hatta zaman zaman MHP'ye dokunacak kadar sağa çekmesi bende büyük hayal kırıklığı yarattı. Bu süreçte, bir süredir ilgiyle izlediğim Demirtaş'a daha bir kulak kabartır oldum.  Sıkça eleştirsem de, söylediklerinin çoğuna hak verdim.  Demokrasi, özgürlük, eşitlik üzerine degerli buldugum pek çok söyleminin arasında bence en önemli olanlardan biri, devletin halklara hükmetmek değil, hizmet etmek için var olması gerektiği.   

Türkiye'de devlete itaat sağdan sola, siyasi yelpazenin her kanadında benimsenmiş bir gelenek.  Hükümete baş kaldırılır, devlete asla. Devlet kutsaldır.  Devlet babadır ve toplumsal yapımızın bize öğrettiği üzere, baba ailenin reisidir, sözünden sual edilmez. 

Yakın geçmişe kadar devletin değişmez temsilcisi olarak görülen ordu, bu sınırsız gücü kullanarak 10 senede bir yönetime el koydu, diğer zamanlarda da postal sesinin her daim halklar ve siyasi yönetimler tarafından duyulabilir olmasına özen gösterdi.  Postal sesine uygun adım yürümeyen sivil yönetimleri önce süngünün ucuyla dürttü, hizaya girmeyenleri kahramanlık türküleri eşliğinde yaka paça koltuklarından indirdi.  Devlete itaat geleneğini sürdürenler ise ordunun kendilerine bahşettiği dar özgürlük alanlarında, tankların gölgesinde demokrasinin mümkün olabileceğine kendilerini ve halkları inandırmaya çalıştılar.  Son darbeyi takip eden 20 sene içinde iktidara gelen partilerin hepsi cunta anayasası altında demokrasi taklidi yaptılar.  Ordunun, devletin karanlık gücünü kullanarak yaptığı her türlü insan hakları ihlaline, kitle cinayetlerine, işkencelerine gözlerini kapayıp, paşalara selam durdular.  Devlete itaat etmeyip Sünnileşmeyen Alevilerin, Türkleşmeyen Kürtlerin, başını açmayan üniversite öğrencilerinin, merkeze kaymayan solcuların devlet tarafından baskı altına alınmalarına, ezilmelerine seyirci kaldılar, yerine göre alkış tuttular. "Ufak olsun, benim olsun" diyerek, sadece kendileri için, kendilerine yetecek kadar demokrasiyi alıp, gerisini çöpe atmaya kalktılar. Oysa demokrasi ya heptir, ya hiç.  Herkes için yoksa, hiç kimse için olmaz. 

RTE'nin liderliğinde AKP, bu çarpık sistemin zaaflarından istifade ederek geldi iktidara.  Eski gayrıresmi ortağıyla birlikte kurdukları kumpasla askerden vesayeti devralarak devletin gücünü ele geçirdi ve tıpkı daha önce ordunun yaptığı gibi, bu gücü kendisine itaat etmeyenleri ezmek, mümkünse yok etmek için kullanmaya başladı.  Evet, yolsuzluklarının boyutları korkunç ve pişkinlikleri akıllara durgunluk verici, fakat RTE ve AKP'nin antidemokratik uygulamaları, geçmişte devlet gücüyle yapılanlardan çok da farklı değil aslında.  

Kendimizi kandırmayalım. Türkiye'de AKP öncesi dönemde "ortalık gül bahçesi, şahane demokrasi" bir durum yoktu, AKP gidince de olmayacak. Bugün meydanlarda isyan ettiğimiz diktatörlüğe çeyrek kalmış AKP rejimi, geçmişte ordunun izin verdiği ölçüde demokrasi taklidi yapan diğer rejimlerin bir uzantısı.  Yani RTE çürümüş sistemi değil, çürümüş sistem RTE'yi yarattı.  Ve bu sistem var oldukça, başka RTEler yaratacak. Yani roller değişse de, aynı kirli oyun oynanmaya devam edecek.  Ve biz oyunu bozmadığımız sürece, muktedir rolüne kim geçerse geçsin, ötekiler hep ezilecek, dövülecek, öldürülecek. 

İşte bu yüzden Demirtaş'ın devletin kutsallığına meydan okumasını çok önemsiyorum.  Çünkü yana yakıla aradığımız ve çok ihtiyacımız olan demokrasinin var olabilmesi, ancak devletin değil, halkların mutlak egemenliğine dayalı bir sistemle mümkün.  Barajsız ve hilesiz bir seçimle toplumdaki tüm kimliklerin adilce temsil edildiği, hak ve özgürlüklerin hiçbir ayırım gözetmeksizin herkes için eşit olarak uygulandığı, kuvvetler ayrılığı ilkesinin koşulsuz geçerli olduğu ve devletin yetkilerinin halka hizmetle sınırlı olduğu bir düzen kurabildiğimiz gün, çakmalarından kurtulup gerçek demokrasiyle tanışabiliriz.  O gün Cumhuriyet'in hakkını vererek, tüm kimliklerin "ne mutlu" olduğu bir ülkede, hep birlikte bayramı kutlayabiliriz.  

(11/03/2014 Jiyan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder