1 Nisan 2014 Salı

“SABAHIN BİR SAHİBİ VAR”

30 Mart gecesi Türkiye'nin en uzun gecesi olarak geçecek tarihe. Secim yasaklarının sona ermesiyle başlayan ve sandıklardan gelen haberlerle giderek koyulaşan karanlik, gece yarisi Recep Tayyip Erdoğan'ın öfke ve nefret dolu balkon konuşmasıyla ülkeyi zifire boğdu. Basbakan'ın muhaliflere savurduğu tehditler ve ettiği intikam yemini, Turkiye'nin üzerine çöken gecenin, ertesi sabah güneşin doğmasıyla bitmeyeceğini açıkça gösterdi. 

2014 yerel seçimlerinin sonuçları, AKP hükümetinin giderek faşistleşen uygulamalarına karşı direnen ve demokrasi mücadelesi veren kesim için şok oldu. Kendimi de içinde kabul ettigim, sayilari azımsanamayacak bu insanlar büyük bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı içinde olan bitene anlam vermeye ve/veya bir suçlu bulmaya çalışıyor. Kimi bunca hırsızlık, yolsuzluk, ahlaksızlık ortaya dökülmüşken hala AKP'ye oy veren %45'e kızıyor. "Celladına aşık olmuşsa bir millet..." alıntısı tekrarlanıyor sosyal medyada.  Kimi direnişe küsüyor. Ortamlarda "Benden bu kadar, pes ediyorum" muhabbetleri yapılıyor. AKPye karşı birleşme çağrısına uymayarak oyları bölenlere karşı öfke büyük. Özellikle Istanbul'da Sırrı Süreyya Önder'in kulakları çınlatılıyor. 
Muhalefete kızanlar da çok. Süreci iyi yönetememekle suçluyorlar Kılıçdaroğlu'nu. Bir grup da sırtını cemaat desteğine dayayıp, yolsuzluk tape'lerinden başka bir strateji üretmediğini söylüyor. Kimin istifa etmesi gerektiği hakkında tartışmalar yapılıyor sokakta, televizyonda, ve Twitter'in Türkiye'de hala yasak olan dünyasında. Bir de seçim sonuçlarında usulsüzlük olduğuna inananlar var. 40 ilde birden yaşanan elektrik kesintilerini, çöpten çıkan oyların resimlerini, sandıklardan gelen korkunç hikayeleri paylaşıyorlar.  İtiraz edilen illerde sonuçların değişeceğine dair umutlarını korumak için birbirlerinden destek arıyorlar.  Hepsinin ortak noktası mutsuz olmaları.

Mutsuzuz. Göz göre göre işlenen suçlar cezasız kalırken, suçsuz insanların cezalandırılmasından; adına devasa saraylar yapılan adaletin, hükümet  yetkilileri ve yakınlarının çıkarları için ayaklar altında paspas edilmesinden mutsuzuz. Sırf kendisi gibi düşünmüyor, inanmıyor, yaşamıyoruz diye bizi ötekileştiren, öteleyen, hedef gösteren bir başbakanımız olduğu için mutsuzuz. Halkın bir kısmının acısı, diğerinin sevinci olduğu için, milletçe nefrete bulandığımız için mutsuzuz. Özel hayatımız, düşünce ve bireysel özgürlüklerimiz hükümetin İslamo-faşist politikalarına kurban edildiği için mutsuzuz. Gencecik insanlarımız sokak aralarında linç edildiği, çocuklarımız polis tarafından öldürüldüğü için, ama en çok bizi koruması ve kollaması gereken devlet, bizzat bu şiddetin uygulayıcısı olduğu için mutsuzuz.  Biz, Türkiye'nin Recep Tayyip Erdogan'a oy vermeyen %55'i çok mutsuzuz. Ama umutsuz değiliz.
Ne kadar uzun ve karanlık olursa olsun, her gecenin bir sabahı olduğunu biliyoruz. Bu uzun geceyi de sona erdirecek bir güneş vardır elbet.  O güneşi doğurmak elimizde.  Hayal kırıklığımızı ve öfkemizi soğutup, mücadeleye devam etmek zorundayız. Bugüne kadar ne olduğunu analiz etmemiz, ve bundan sonra ne olacağını planlamamız gerek. İkna siyasetinin tek başına yeterli olmadığını gördük.  Karşımızda sadece bir siyasi parti değil, devletin tüm imkanlarını kendi çıkarları için seferber etmekten çekinmeyen, gerektiği zaman hukuk ve demokrasi dışı yöntemler kullanmakta tereddüt etmeyen, ve bunu yaparken arkasına din sömürüsüyle kandırdığı milyonların desteğini alan faşist bir oluşum var. Buna karşı demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermek, ustelik de bunu yasal sınırlar çerçevesinde kalarak yapmak zorundayız.  Çok zor, ama kesinlikle imkansız değil. 


Bizim gücümüz kol kuvvetinde değil, insanımızın zekasında, birikiminde, ve tabii yüreğinde. Gezi'den beri haklı olarak gurur duyduğumuz orantısız zekayı bugüne kadar mizah alanında çok başarılı kullandık.  İyi de yaptık, çünkü mizah şiddetin çirkin yüzüne karşı gülerek direnme gücü verdi bize.  Simdi artık bu zekayı ve nitelikli insan gücünü mizahın ötesine taşıyarak ekonomi, siyaset, ve teknoloji başta olmak üzere her alanda stratejik ve sonuca yönelik hamleler yapma zamanı.  Planlı ve disiplinli uygulanacak bir ekonomik ambargo, veya hükümetin anti-demokratik uygulamalarını dünya nezdinde ifşa ederek uluslararası platformda sağlanacak destek şüphesiz ki etkili olacaktır. Ancak ilk ve en önemli hamle, mücadeleye devam etmeye karar vermektir.  Klişe tabirle uzun ve meşakkatli bir yol, ama sonsuz bir gecenin zifiri karanlığında boğulmak istemiyorsak, başka çaremiz yok.  Hırsızlığın, yolsuzluğun, ama en önemlisi vurulan, kırılan canların hesabını sormak için, insanca yaşamak için bu gecenin üzerine güneşi doğurmak, sabahın sahibi olmak zorundayız. "Sorarlar bir gün sorarlar."

(01/04/2014 Posta 212)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder