8 Nisan 2014 Salı

FİKRİ DAR, VİCDANI YOK, İRFANI SIĞ NESİLLER

Bundan 10 sene kadar önce, bir Türkiye ziyareti sırasında eski bir dostla bir araya gelmiştik.  Konu, çoğu Türk muhabbetinde olduğu gibi, dönüp dolaşıp politikaya geldi. Ben henüz iki senelik olan AKP hükümeti konusundaki endişelerimi dile getirdiğimde, müstehzi bir gülümsemeyle "durum dışardan göründüğü gibi değil, arkadaşım" dedi.  Yurt dışında yaşayan Turkler'in sıkça duydukları bir cümledir bu.  Türkçe meali "hariçten gazel okuyorsun" olmakla beraber, dostluk hatırına, yumuşatarak söylenir ve arkasından didaktik bir ses tonuyla, durumun aslında nasıl olduğu anlatılır.  O zamanlar henüz Basbakan'ın küçük oğlunun keskin zekasıyla müşerref olmadığımız için "Bilal'e anlatır gibi anlat panpa" diyemedim, ama işte aynen öyle, tane tane, güzel güzel, anlattı bana arkadaşım. Meğer ben uzakta olduğum için anlamıyormuşum.  Endişeli modernlerin çığırtkanlığına kanıyormuşum.  Bu adamlar çok iyi çalışıyorlarmış.  Ekonomi de düzelmiş.  Bunca sene "bizimkilerin" beceremediği bir sürü işi iki senede becermişler bile.  Artık bu İslam fobisinden kurtulmak lazımmış.  Kemalist saplantıları bir yana bırakıp bunlara bir şans vermeliymişiz.  Hem neden bu kadar korkuyormuşuz ki?  Türkiye İran olmazmış, merak etmeyeymişim.   

Türkiye'nin İran'a, ya da şeriat ile yönetilen başka bir İslam ülkesine döneceğini hiç bir zaman düşünmedim.  Aksine, ülkemizdeki Müslümanlık anlayışının ve siyasi kültürün hiç bir İslam ülkesiyle benzeşmediğini savundum hep. Benim AKP ve Recep Tayyip Erdoğan hakkında başından beri en büyük endişem, kutuplaştırıcı politikaları ve giderek sertleşen nefret dolu söylemleriydi.  Koşulsuz ve sınırsız bir nefretle yoğuruldukça, toplum olarak önce sağduyumuzu, sonra da vicdanımızı kaybedeceğimizden korktum hep. Bugün geldiğimiz noktaya baktığımda, ne yazık ki endişelerimde haklı olduğumu görüyorum. 

Erdoğan'ın 12 yıldır bilinçli olarak sürdürdüğü ötekileştirme kampanyası başarılı oldu. Kendine karşı olan herkese savaş ilan etti RTE.  Gücünün yettiğini sansürledi, tehdit etti, kovdurdu, hapsettirdi.  Elinin uzanamadığını "marjinal, ateist, terörist" diyerek hedef gösterdi. Yetmedi, emir verdi polislerine.  Gazlattı, coplattı, dövdürttü, öldürttü. Özgürce ve insanca yaşamak isteyen barışçıl insanlardan, hınç ve öfke dolu bir kalabalık yarattı. Direnişin içinde başlangıçtaki birleştirici havayı unutarak bu öfkeye yenilenler oldu. Alemi faşizme karşı omuz omuza mücadele etmeye çağırırken, giderek faşistleştiğini fark etmeyen; kendi için istediği adaleti karşısındaki bulamayınca mutlanan; zulme isyan etmeden önce mazlumun kim olduğunu soran bir grup oluştu. 

Öte yandan, kendi tabanına damardan verdiği nefretin dozunu her geçen gün artırdı. Evladını kaybetmiş bir anneyi meydanlarda yuhalayan; el kadar çocukların öldürülmesini mazur gösteren ve hatta alkışlayan; linç çetelerini, katil polisleri, palalı manyakları bağrına basıp kahraman ilan eden bir güruh oluşturdu.  Yetim hakkından çalınan, rüşvetle elde edilen milyonlarca doları hoşgörüp, baklava çalan çocuğun 7 yıl hapis yatmasına adalet diyen; dindar geçinenlerin Kuran'la dalga geçmesine, dini adeta tekeline alanların da onlara sahip çıkmasına sessiz kalırken, özgürce yaşamak isteyenlere "ateist" diye saldıran bir tabanı var artık AKP'nin.  Üç buçuk yaşındaki bebenin cansız bedeni üzerinden öteki bildiğine kin kusan; başkasının acısından zevk çıkaran; hedef gösterilen herkesten ve herşeyden düşünmeden, sorgulamadan, utanmadan, acımadan, kayıtsız, şartsız, ilkesiz, nedensiz nefret eden "dindar ve kindar" nesiller yetiştirdi.  Fikri dar, vicdanı yok, irfanı sığ nesiller.  A la RTE.

Tayyip Erdoğan'ın gidişi yakındır kanımca.  Nasıl olacağı bir başka yazının konusu.  Ancak yarattığı vicdan erozyonu, Erdoğan'in gidişiyle sona ermeyecek, çünkü bu çirkinlik, bu yürek karalığı maalesef çocuklarımıza da bulaştı.  El kadar bebeler arkadaşlarını annelerinin başlarının açık mı kapalı mı olduğuna göre seçer oldular. Saklambaç oynarken sobelenmekten öte kaygısı olmaması gereken cocuklar, biber gazından kaçmayı, polisten saklanmayı, Toma'nın suyuna yakalanmamayı öğrendiler.  "Anne, ben başbakandan çok korkuyorum, o çocukları öldürüyormuş," dedi beş yaşındaki Kuzey annesine.  İki sokak otede, Mahir ise babasından Kabataş'ta, annesi gibi başörtülü bir ablaya saldıran maskeli adamları bulup bi güzel dövmesini istedi. Karşı apartmanda Deniz yalvardı annesine "Anne, nasil olsa seçim bitti artık.  N'olur bugün hiç televizyonu açmayalım, sadece oyun oynayalım."  Bu yaşanan ciddi bir sosyal travmadır ve Recep Tayyip Erdoğan'ın Turkiye'ye verdiği pek çok zarar içinde belki de en büyüğü ve en kalıcısıdır. 12 Eylül travması, dönemin yetişkinlerinden sonraki iki nesle de sirayet etmiş, zehirin vücuttan atılması 20 seneyi bulmuştu. Dijital çağın çocukları her konuda bizden hızlılar.  Umalım ki bu dönemden miras aldıkları korku, nefret, ve kinden de hızlıca arınsınlar.  Onlardan ümitliyim de, biz RTE'yi gönderdikten sonra aramızdaki kutuplaşmayı nasıl çözeriz, uçurumları nasıl aşarız?  Orası biraz karışık.  

(08/04/2014 Posta 212)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder