8 Eylül 2014 Pazartesi

ERKEKSENİZ TEKER TEKER ÖLÜN!

Çiçeği burnunda atanmış Başbakan Ahmet Davutoğlu, önceki gün Torunlar GYO'nun Mecidiyeköy'deki inşaatındaki katliamda öldürülen 10 işçinin "şehit hükmünde" öldüğünü beyan edip, ruhlarına Fatiha okunmasını buyurmuş. 

TDK 'şehit' kelimesini "Kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölen kimse" olarak tanımlıyor. İnşaat şirketlerinin %1000'e yaklaşan kar payını artırmanın ve rant mafyasının güçlenmesini sağlamanın AKP hükümeti için "kutsal bir ülkü veya inanç" olduğu malum. Ancak, Davutoğlu'nun bunu bu kadar açık yüreklilikle itiraf etmeyecek kadar zeki olduğunu umuyoruz. Bu durumda, ihalelerle besledikleri şirketin inşaatında katledilen işçilere şehitlik payesi vererek, işçi yakınlarından, klasik bir şehit ailesi klasiği olan "vatan sağ olsun" demecini duyacağını umuyor olsa gerek. Friedrich Durrenmatt ne güzel söylemiş: Bir devlet cinayet işlemeye hazır olduğunda kendine 'vatan' adını verir.

35 senede yaklaşık sekiz bin kez duyduk bu sözü. "Vatan sağ olsun." Gencecik evlatlarını devletin faşist politikaları yüzünden bitmek bilmeyen kirli savaşa kurban veren sekiz bin ana-baba, cok yıldızlı askerlerin ve çok korumalı devlet erkanının önünde acılarını haykırmaya utandırılırken hep aynı ezberi tekrarlamaya zorlandılar: Vatan sağ olsun.  Ezberi bozanlara, devlete evladının kanını helal etmeyenlere, "artık şehit cenazesi görmek istemiyoruz" diyenlere, dönemin Başbakanı RTE gereken açıklamayı yaptı: Askerlik yan gelip yatma yeri değildir. 

Benzer bir açıklamayı Soma'da "şehit" olan 301 maden işçisi için de yaptı RTE: Ölüm bu işin fıtratında var. Üstelik bu kez, anlamayanlar için 1800'lerden örneklerle taçlandırdı açıklamasını. Hala anlamayanların hakkı elbette kötekti. Onu da esirgemedi. 

Pazar günü basın toplantısı yapan Torunlar GYO Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Torun, İmam Hatip Lisesi'nden arkadaşı (ve ustası) RTE'den öğrendiklerini başarıyla uygularken, fıtrat yerine daha teknik bir terim kullandı: Sektörel vaka. 

Yan gelip yatma yeri değil. Fıtratında var. Sektörel vaka. Cinayetleri normalleştirmek için muktedirin ve himayesindekilerin uydurdukları söylemler hep aynı. Son on yılda "terörle mücadele" adına ölüme gönderdikleri 1200 asker gibi, rant ve daha fazla kar payı adına öldürdükleri 12 bin işçiye de "şehit" diyerek, ellerindeki kanı temizlemeye çalışıyorlar. Son on yılda AKP parti-devletinin doymak bilmez rant hırsının, "terör belası" dedikleri kirli savaşın 10 katı kadar can aldığını görmeyelim istiyorlar. Son on yılda işçi ölümlerinde Avrupa'da birinci, dünyada üçüncü sırada yer aldığımızı unutturmaya çalışıyorlar. Ama bu işçi milleti böyle çoğul ölmeye devam ederse, Yeni Türkiye'nin işi zor. 

"Erkekseniz teker teker ölün lan!" O zaman ne medya haber yapar, ne "darbeciler" sokaklara dökülür. Acılı, çaresiz aileler, sessiz sedasız yaslarını tutarken, geride kalan çoluk çocuğun rızkının derdine düşer, hak aramakla, mahkemelerle uğraşamazlar. Yasalar zaten patronların emrine amade. Kimseler duymadan, hallediverirler aralarında. Öyle ya, kol kırılır, yen içinde kalır. Beş ay önce aynı inşaatta 19 yaşındaki Erdoğan Polat'ın öldüğünü kaç kişi duydu? Olay üzerine yapılan teftişte ortaya çıkan bir çok güvenlik eksikliği için 6720 lira civarında bir ceza ödenmiş. İnşaatın durdurulmasına gerek bile görülmemiş.  Durmak yok, sömürüye devam.  

Ama ölü sayısı çift basamaklara çıktı mı, işte o zaman uğraş dur. Bir kere, basın toplantısı yapmak zorunda kalır patronlar. Durduk yerde can sıkıntısı, tabii. Yandaş basın tamam, ama şu Gezicilerle paraleller yok mu... Abuk subuk bir sürü soru sorarlar. İş güvenliğiymiş, taşeronmuş, sigortaymış. Nasıl anlatsınlar? "Bizi en çok çeken  %950 kar... Anlayamazsınız." İşleri güçleri var adamların. Göstermelik soruşturmalarla uğraşıp, günah keçisi bulup, hesap verir gibi yapmakla kaybedecek zamanları yok. Bir de bu arada inşaat durdurulursa, gitti paralar. Ancak %500 kar yaparlar böyle durumlarda. Yazık değil mi? Bütün bunlar yetmez gibi, sokaklarda bağırmalar, gösteriler, forumlar... Devletin polisi boş yere yorulur, sinirleri gerilir. Hayır, "ölmeyin" demiyorlar ki adamlar. Ama teker teker, hadi bilemedin ikişerli ölünsün ki patronların başı ağrımasın.  Aklımızı başımıza devşirmezsek, toplu ölümleri yasaklayan bir yasa çıkarıp, hükümete darbe girişimi yapmakla suçlayacaklar ölenleri. Ama bir dakika... Onu zaten yaptılar. 

İşçi katliamlarının bir Yeni Türkiye geleneği olarak normalleştirilmesine izin veremeyiz. Cinayetlere, maktul sayısına bakmaksızın isyan etmek zorundayız. Beş ay önce aynı inşaatta ölen Erdoğan Polat, ya da 2014'un ilk yedi ayında inşaat sektöründe birer ikişer ölen diğer 187 işçi için tepki verebilseydik, belki, 10 işçiyi ölüme götüren asansöre gerekli güvenlik sisteminin yerleştirilmesini sağlayabilirdik. Soma katliamından sonra sendikalar daha etkili bir şekilde örgütlenip, hükümet üzerinde daha yoğun baskı kurabilselerdi, belki ILO sözleşmesi imzalanıp uygulamaya konurdu. Ve kim bilir, belki de Mayıs ayından bu yana yaşanan katliamlarda ölen 384 işçiden hiç değilse bazıları hayatta kalabilirdi. 

İşçi cinayetlerinde dünya lideri olmaktan kurtulmak için hafızamızı ve öfkemizi diri tutmak zorundayız. Soma'da çöp poşetlerinin içinde kamyonlara doldurulan yüzlerce cansız bedeni, iki oğlunu birden topragin altından alıp, yine toprağa gömen Senem Ana'nın isyanını, yüreği yanan acılı vatandaşın yarasını sarması gerekirken tekme-tokat girişenleri, işçiye layık görülen fıtratı hatırlamak zorundayız. Hatırlayalım: Gözümüzün önünde meclisten delik deşik torba yasalar geçiyor, uçlarına yolsuzlukları koruyan maddeler iğnelenmiş. Muhalefetin anası olması gereken partide birkaç milletvekili emekçiler için kendini paralarken, aynı partinin belediye başkanı grev yapan işçileri dövdürtüyor, a la Tayyip. Bütün bu saçmalık arasında, teker teker ölmeye devam ediyor işçiler. Bu kez unutmayalım. Tarihin tekerrürüne son verelim. İhmal veya daha yüksek kar amacıyla kaçınılan güvenlik tedbirleri yüzünden ölen her işçi cinayetinde,Vali Mutlu'nun deyimiyle "şeyler"in sayısının çift basamaklara ulaşmasını beklemeden, her biri 10muş gibi, 100müş gibi, 301miş gibi isyan edelim. Çevreye verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı haklı gurur duyarak, her daim taze bir öfkeyle direnelim.  Direnelim ki artık ne kışlada, ne inşaatta, ne madende, ne tersanede kimse "şehit" olmasın. Ve cinayet hazırlığı içinde "vatan" ismi verilen devlet değil, devletin hizmet etmek zorunda olduğu insan sağ olsun.  

(08/09/2014)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder